.

.








2 Mart 2009 Pazartesi

ULU BİR ÇINARIN ARDINDAN




BAŞBUĞLAR ÖLMEZ



Kurtlar puslu havada,


Toplandı Ankara’da


Giden heybetli Çınar


Milyonlarsa arkada




Yandı yürekler yandı


Yağan kar ile sönmez


Milyonlar bir ağızdan


Diyor Başbuğlar ölmez




Vatan millet aşkına


Geçen çileli ömür


Yatak yorganda değil


Çınar ayakta ölür




Yandı yürekler yandı


Yağan kar ile sönmez


Milyonlar bir ağızdan


Diyor Başbuğlar ölmez




Neyler Kerkük'te Türkmen


Türkistan neyler onsuz


Sabır ver yüce Mevlam


Kaldık başsız ve kolsuz




Yandı yürekler yandı


Yağan kar ile sönmez


Milyonlar bir ağızdan


Diyor Başbuğlar ölmez

Mustafa Yıldızdoğan


.


EMİN PAZARCI
O, yakın siyasî tarihimize damgasını vurmuştu. O, kendisini destekleyenler için tek kelime ile bir "efsane"ydi. Her fâni gibi Hakk'ın rahmetine kavuştu. O, koca çınar, sonunda devrildi. "Başbuğ" Alparslan Türkeş, yok artık. O, örnek bir milliyetçiydi. Eşi zor bulunur bir ideal adamıydı. Kısacası, farklı bir kişilikti. Hayatı, hep mücadelelerle geçti. 1944 Milliyetçilik Olayı'nın tutuklusu oldu. 1960 İhtilâli ile başlayan yükseliş, Hindistan'daki sürgün hayatı ile noktalandı. 1980 İhtilâli ile bir başka darbe daha yedi. Fikirleri yüzünden yeniden tutuklandı. Büyük sıkıntılar çekti. Hiçbir zaman yılmadı, yıkılmadı. Ona vurulan her darbe, Alparslan Türkeş'i daha da biledi. Geçmişte savunduklarından hiçbir zaman vazgeçmedi. Hep aynı fikirlerle geleceğe doğru yürüdü. Geçen zaman, Türkeş'in haklılığını gösterdi. 1944 ve 1980'de tutukluluğuna yol açan fikirler, bugün bir övünç kaynağı. Artık "Turancılık" suçlamaları yok. Tersine herkes gözünü Orta Asya Türk cumhuriyetlerine çevirdi. Herkes, Türk dünyası ile ilişkileri geliştirmek için birbiri ile yarışta.Türkeş'in, 12 eylül 1980 sonrası Ankara 1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'ndeki savunması dün gibi hafızamda. İlk cümlelerini hiç unutmadım: - Bugün siz bizi burada yargılıyorsunuz. Ancak yarın tarih de sizi yargılayacak... Nitekim, Türkeş'in dediği oldu. Tarih, onu haklı çıkardı. Dünün en ateşli muarrızlarından Bülent Ecevit bile, bugün Türkeş'in savunduğu fikirlere yaklaştı. Onun mücadelesi, boş bir çırpınış değildi. Yüz binlerce öğrenci yetiştirdi. Bugün nereye giderseniz Ülkü Ocağı'ndan diplomalı insanlarla karşılaşacaksınız. Türkeş'in yetiştirdiği pek çok insan bugün devletin önemli kademelerinde. Türkeş, sadece Türk milliyetçilerinin değil dünya Türklüğünün de kıblesiydi. Çileli hayatında bir fâniye çok zor nasip olacak mutluluklar yaşadı. Sovyetler Birliği'nin çöküşünü gördü. Türk Cumhuriyetlerinin zincirlerini kırmalarına şahit oldu. Savunduğu fikirlerin doğruluğu tescil edildi. Üstelik dünya Türklüğü onun mücadelesi karşısında saygıyla eğilmesini bildi. Bakû'nün Azatlık Meydanı'nda Ebulfez Elçibey'le birlikte kürsüye çıktığında yüz binler hep bir ağızdan bağırdılar: - Başbuğ Türkeş, Başbuğ Türkeş... "Çırpınırdın Karadeniz" türküsündeki gerçekler gerçekleşti. Türkeş "ölmeden" Hazar'in kıyısında böylesine büyük bir mutluluk yaşadı. Sadece bu kadarla da kalmadı. Halk Cephesi askerlerinin sırtlarındaki "bozkurtlu" kıyafetler Türkeş'in mutluluğunu alabildiğine büyüttü. Ve o gün Alparslan Türkeş ellerini göğe kaldırdı:- Allahım sana şükürler olsun!Ben Türkeş'i yakından tanıma fırsatı buldum. O Ankara Mevki Hastanesi'nde tutuklu iken ben askerlik görevimi yapıyordum. Aylarca birlikte olduk. Çoğu zaman saatlerce sohbet ettik. Ona büyük haksızlık edildiğini bizzat gördüm. En yakınındaki insanların bile onu anlayamadıklarına bizzat şahit oldum. Türkeş senelerce "İhtilâlin müsebbibi" olarak gösterildi. Oysa o hep demokrasiyi savundu. Her seferinde "En kötü demokrasi en iyi ihtilâl yönetiminden daha iyidir" dedi. "Faşistlikle" suçlandı. Sokaklarda "Katil Türkeş" diye bağıranlar çıktı. Hâlbuki Türkeş sadece bir Türk milliyetçisiydi. Kimse onun hümanist tarafını görmek istemedi. " Uzlaşmacı Türkeş" e karşı herkes gözlerini kapadı. Sol, yıllarca kin kustu. Son dönemlerde en tutarlı politikayı Türkeş izledi. Türkiye'nin iç çatışmalara girmemesi için çabaladı. Dövücü değil her zaman birleştirici oldu. Vefatıyla sadece Türk milliyetçileri iyi yetişmiş bir liderini kaybetmedi. Onun yokluğu Türk siyasî hayatı için de son derece büyük bir kayıp değeri zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacak.Bizzat şahit oldum. Mevki Hastanesi'nde Türkeş alabildiğine bir manevî işkence altındaydı. Bir büyük kitlenin liderliğini yapan, Türkiye'nin Başbakan Yardımcılığı koltuğunda oturmuş o insan iki inzibat erinin insafına terk edilmiştir. Zaman zaman koridorda bile dolaşması engelleniyordu. Kendisine yapılan muameleye biz sinirleniyorduk. O da bize hep aynı sözleri söylüyordu:- Geçecek... Göreceksiniz bunlar da geçecek... Dediği gibi de oldu. Sonunda serbest kaldı. Siyasî yasakların kaldırılmasıyla MÇP'nin başına geçti. Ardından Türkeş'le Çankaya Köşkü'ndeki bir resepsiyonda karşılaştık. Kenan Evren'e kızgın ve kırgın olduğunu biliyordum. Bura rağmen Kenan Evren salona girdiğinde yanına doğru yöneldi. Bütün kırgınlığını bir tarafa bıraktı. Elini uzattı:- Nasılsınız Sayın Cumhurbaşkanı? Daha sonra bir açıklama ihtiyacı hissetti. Bana dönüp, "Evren, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı" dedi:- Devlette kırgınlık olmaz. Herkes Alparslan Türkeş'i sert mizacı ile tanır.Doğru... Alparslan Türkeş sert bir insandı. Fikirlerinde tavizsizdi. İnandığı doğrulardan hiçbir zaman taviz vermedi ve sapma göstermedi. Buna karşılık, Türkeş'in insanî ilişkileri son derece yumuşaktı. O ülküsünde çelik, insanî ilişkilerinde ipek karışımı bir insandı. Ailesine son derece düşkündü. O gerçek, katıksız bir dava adamıydı. Ülkücüler, bu yüzden ona "Başbuğ" dediler. Bunun için şimdi sürekli tekrarlıyorlar:- Artık Başbuğ yok. Milliyetçi Hareket Partisi'nin başına geçen insan da Başbuğ olmayacak, sadece MHP Genel Başkanı olacak... O, "Başbuğ"luğuna yakışır bir şekilde uğurlandı. 8 Nisan günü, Ankara tarihî bir gün yaşadı. Gözü yaşlı yüz binler Başkent'e aktılar. Kocatepe Camii'nin önünde toplandılar. Turgut Özal'in cenazesi de Kocatepe Camii'nden kaldırılmıştı. O zaman, mahşerî bir kalabalık vardı. Biz de "Ankara bir daha böyle bir cenaze töreni göremez" yorumunu yapmıştık. Türkeş'in cenaze töreninde yanıldığımızı anladık. Alparslan Türkeş'in cenaze töreni çok daha kalabalıktı. Hem de soğuğa ve sürekli yağan kara rağmen! Elbette bunda bir gariplik yoktu. Çünkü Alparslan Türkeş, pek çok liderden farklıydı. "Bozkurtları", onun yolunda canlarını ortaya koymuşlardı. Tabiî ki, son yolculuğunda "Başbuğ"larını yalnız bırakmayacaklardı. Artık Türkeş yoktu. Türkeş ebediyete uğurlandı. Ancak arkasında çok büyük bir eser bıraktı. O eser, Türkiye'nin her yerine dağılmış milyonlarca Türk milliyetçisi. Bu öylesine inançlı bir kitle ki, hâlâ Türkeş'in mezarının başından ayrılamıyor. Başbuğularının başında 24 saat nöbet tutuyor. Türkeş yok, ama onun fikirleri var. Türk Milliyetçilerine asil şimdi büyük bir görev düşüyor. O görev de Alparslan Türkeş'i iyi anlamak. Onun fikirlerini doğru yorumlamak... Asil önemli sınav, bundan sonra başlıyor!