.

.








1 Mart 2009 Pazar

KRİZ ve YOKSULLUK


FİNANSAL KRİZDEN TOPLUMSAL KRİZE

Kriz sonrasında birçok aile aşırı yoksulluk tehdidi altında
Aşırı yoksulluk bireylerin ve ailelerin en temel ihityaçlarının dahi karşılanamadığı bir sefalet durumudur. Devletin yardım dağıtımları sırasında oluşan kuyruklar Türkiye’deki durumu çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.
Aşırı yoksulluk 2000'li yıllarda yaşanan büyüme döneminde önemli ölçüde azalmış hatta bazı ölçümlere göre yüzde 1'in altına kadar inmişti. Oysa kriz sonrasında birçok hane aşırı yoksulluk durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır.

BAŞLARKEN

Prof. Dr. Sencer Ayata ‘Finansal krizden toplumsal krize’ başlıklı bu uzun makelesinde ekonomik verilerden ziyade sosyolojik gözlem ve bulgulardan hareketle ekonomik krizin Türkiye’de yaşayanların günlük hayatlarına nasıl yansıdığını sergiliyor. Krizden en çok etkilenenler kimler? Ailelerin günlük yaşamlarında ne tür değişmeler oldu? Toplumsal bağlar ne âlemde? Giyimden, boğazdan, sağlıktan kısmanın sonuçları neler? Ayata bilimsel verilerin ışığında bu ve benzeri birçok soruya yanıt arıyor.Finans krizi ile başlayan ekonomik sarsıntı dünyanın önemli bir bölümünde sanayinin ve reel ekonominin ciddi bir durgunluk hatta gerileme sürecine girmesine yol açtı. Ekonomik çalkantılar dünyanın büyük bölümlerinde ülkeleri, devletleri, şirketleri, aileleri ve bireyleri derinden etkilemeye devam ediyor. Türkiye’de iç ve dış talep düşüşü ve sanayi üretimindeki gerileme sonucunda işsizlik ve yoksulluk büyük boyutlara ulaştı. Finans sektörünün sağlamlığı, son birkaç aydır üretimde görülen artış, ihracattaki kıpırdanma, 2010 yılında ekonominin yeniden büyümeye başladığını gösteriyor. Bununla birlikte başta TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verileri ve çeşitli araştırma kuruluşlarının değerlendirmeleri ekonominin büyüdüğünü ama işsizliğin yüzde 14.4, tarım dışı işsizliğin yüzde 16.7 ve gençler arasındaki işsizliğin yüzde 25.5 düzeyinde sürdüğünü göstermektedir. Bu yazının konusu işsizlik ve yoksulluğun günlük yaşam ve toplum üzerindeki etkileridir. Ekonominin geleceğine ilişkin iyimser tahminlerde bulunan iktisatçılar dahi işsizlik ve yoksulluğun yapısal sorun haline gelerek orta hatta uzun dönemde önemini koruyacağı konusunda hemfikirdir. Kaldı ki işsizlik istihdam sorunun yalnızca bir parçasıdır. Türkiye’de işgücüne katılım özellikle kadınların işgücüne katılımı zaten çok düşük düzeylerde gerçekleşmektedir. Kayıt dışı ve güvencesiz çalışma oranları çok yüksektir. Kriz ekonominin birçok kesiminde ücretleri aşağı doğru çekmiştir. İstihdamın önemli bir bölümü yarı-zamanlı, geçici, mevsimlik, yevmiyeli işlerden oluşmaktadır. Diğer bir deyişle yaygın bir toplum kesimi işsizlik ve işsiz kalma tehdidi kadar, yoksullaşma ve güvencesiz koşullarda çalışma tehlikeleri ile karşı karşıyadır. Kuşkusuz Türkiye’de bu sorunlarla sürekli olarak ilgilenen resmi kurumlar, özel kuruluşlar ve uzmanlar var. Fakat işsizlik ve yoksullaşma sorunları ne kadar donanımlı ve birikimli olursa olsunlar yalnızca bürokrat ve akademisyenlerin, yani uzmanların çalışmaları ile sınırlı tutulamaz. Gelişmiş Avrupa ülkelerinde, Japonya’da ve Amerika’da toplumu ve gündelik yaşamı doğrudan ilgilendiren sosyal politika sorunları en az ekonomi politikaları, en az salt siyasi sorunlar kadar hatta onların da ötesinde, siyasi gündem ve tartışmaların merkezinde yer almaktadır. İşyerleri ve istihdamSon aylarda bir toparlanma süreci içine giren büyük firmalar krizden ilk etkilenenler arasında yer aldı. Küçük ve orta çaplı şirketlerin karşılaştığı darboğazlar ve güçlükler ise devam ediyor. 2009’un ikinci çeyreğinden itibaren Türkiye’nin tümü değilse de büyük bölümü krizden önemli ölçüde etkilenmeye başladı. Krizin yayılması istihdam sağlamada öncelikli konuma sahip olan tekstil, mobilya, yedek parça, inşaat otomobil vs üreten sektörleri etkiliyor. Diğer yandan marangozdan berbere, bakkaldan eletrikçiye, kasaptan şöfore, manavdan ayakkabı tamircisine esnaf ve sanatkârların çoğunluğu talep düşüşünden yakınıyor. Çoğunun işi küçülüyor ve kazancı azalıyor ya da iflas ederek veya iflas etmemek için işyerini kapatmak zorunda kalıyor. Küçük işyerleri ayakta kalabilmek için fiyat kırıyor ve ağırlaşan iç rekabet koşuları kârı ve kazancı en alt düzeylere çekiyor.İstihdam durumuna en genel hatları ile bakalım. Kriz sonrasında toplam işsiz sayısındaki artış 1 milyonun üzerinde olmuştur. Toplam işsiz sayısı küçük aylık değişimleri dikkate almazsak üç milyondan 3.5 milyona doğru ilerlemiştir. Yine biliyoruz ki yaklaşık 2 milyon kişi iş umudu kaybolduğu için iş aramamaktadır. Bu iki kesimi birlikte ele aldığımızda toplam 5.5 milyon kişinin diğer bir deyişle aktif nüfusun yaklaşık yüzde 20’sinin işsiz olduğu ya da iş bulamadığı sonucuna varabiliriz. Üçüncüsü, ülkemizde nüfusun büyük bir bölümü, yaklaşık 9 milyon kişi kayıt dışı olarak istihdam edilmektedir. Nihayet, Türkiye’de işgücüne katılım düzeyi çok düşüktür. Kadınların işgücüne katılımı bakımından Türkiye yalnızca gelişmekte olan ülkelerin değil birçok Müslüman ülkenin de gerisindedir. Bu tablo Türkiye’de işsizlik kadar işgücüne katılmama, iş istikrarsızlığı ve güvencesiz çalışmanın ne ölçüde yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Krizden etkilenenlerTürkiye’de yakın dönem ekonomik eğilimlere ilişkin bazı tahminler ne kadar iyimser olursa olsun, kriz çalışma dünyasında ve aile hayatında çok büyük sorunlara hatta ciddi bunalımlara yol açmış durumdadır. Örneğin BBC tarafından 29 ülkede yapılan bir anket ‘krizden ciddi olarak etkilendim’ diyenlerin en yüksek oranlara ulaştığı ülkelerin başında Kenya, Mısır, Filipinler’in arasında Türkiye’nin de yer aldığını göstermektedir. Araştırmalara göre Türkiye’de yurttaşların çok büyük bir bölümü (yüzde 75) krizin sosyal içerik kazandığını ve toplumsal maliyetlerinin görünür hale geldiğini düşünmektedir. Yetişkin nüfusun dörtte üçü Türkiye’nin giderek fakirleşeceğini tahmin etmektedir. Esfendiyar Korkmaz tarafından yapılan bir araştırmaya göre örneklem kapsamındaki kişilerin tam dörtte üçü bir tanıdığının işten çıkartıldığını söylemektedir. Ülkenin, toplumun ve ekonominin geleceğine ilişkin bakış giderek daha karamsar hale gelmektedir. Suçun yaygınlaştığı, toplumsal çözülmenin hızlandığı ve toplumsal sarsıntıların yoğunlaştığı görüşü toplumun büyük bir kesimi tarafından paylaşılmaktadır. Orta sınıfın erimesiBu yazıda işsizlik ve istihdam sorunlarının üç önemli sonucu üzerinde durulmaktadır: Aşırı yoksulların sayılarının artması, yoksullaşma ve orta sınıfın küçülmesi. Bu iki süreç makalenin sonuç bölümünde iddia edildiği gibi başta aile olmak üzere geleneksel toplumsal dayanışma mekanizmalarında aşınmaya yol açmakta ve sağlam, sıkı ve tutkun diye düşündüğümüz toplumsal bağları zayıflatmakta, gevşetmekte ve çözmektedir. Güçlü geleneksel bağların ve toplumsal denetim mekanizmalarının zayıflaması bir yanda olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Çünkü böyle durumlarda bireyin ve ailenin her türlü çevre ve cemaat baskısı karşısındaki özerkliği artar. Diğer bir deyişle sülaleden mahalleye, etnik cemaatlerden dini cemaatlere birey ve aile üzerindeki toplumsal baskı ağırlığını ve yoğunluğunu kaybeder. Ama yanı anda toplumsal düzeni ve istikarı tehdit eden savrulmayı, dağılmayı ve çözülmeyi hızlandıran değişmeleri de beraberinde getirir. Aile bağlarının kopması, bireyin yanlızlaşması, şuçun artması, şiddet ve çtışmanın yaygınlaşması gibi. Aşırı yoksulluk tehlikesiGıda, yakıt, sağlık, eğitim ve yaşam koşullarının tümü açısından büyük bir mahrumiyete neden olduğu ve büyük insan dramlarına yol açabildiği için oranlara bakmaksızın aşırı yoksulluk üzerinde önemle durmamız gerekmektedir. Aşırı yoksulluk öncelikle gıda yoksulluğudur. Aşırı yoksullar sebze, meyve, protein içeren yiyecekler ve hatta baklagiller gibi besin maddelerini çok düşük oranlarda tüketebilmektedir. Beslenmelerini büyük ölçüde tahıl diğer bir deyişle un türevleri (ekmek, un çorbası, bulgur, makarna) ve pirinç ile sınırlı tutmak zorunda kalmaktadırlar. Öğünleri genellikle kahvaltıda çay ve ekmek, akşam yemeğinde ise un çorbası, bulgur, makarna, pirinç pilavı ve haşlanmış patates gibi yemeklerden birinden oluşmaktadır. Aşırı yoksulların giyim ihtiyaçlarının büyük bölümü kendilerine yardım olarak ulaşmaktadır ve bunların önemli bir bölümü zaten kullanılmış giysilerdir. Aşırı yoksullar eşya yoksuludur yani evlerinde toplumun temel gereksinim gördüğü eşyalardan en az ikisi üçü yoktur. Eldeki araçlar eski ve elden düşmedir ve bazıları bozuk olduğundan kullanım dışıdır. Aşırı yoksullar telefon, elektrik ve su faturalarını muntazam olarak ödemede büyük zorluklarla karşılaşan kimselerdir. Kömür yardımı almakla birlikte yakıt ihtiyaçlarını karşılamakta ve biten gaz tüpünün yerine yenisini almakta zorlanmaktadırlar. Aşırı yoksullar ev kirasını zamanında ödeyememekte hatta hiç ödememektedir. Evde kadın erkek, her yaştan aile üyeleri çoğu zaman aynı odada birlikte yaşamakta, oturmakta ve uyumaktadır. Evlerin damı akmakta apartman katlarında ise rutubet ve küf büyük rahatsızlık konusu olmaktadır. Aşırı yoksulların evlerinde genellikle bir kişi kronik hastadır veya sakatlıktan dolayı iş tutamayan kimseler bulunmaktadır. Nihayet aşırı yoksullar uzun süre işsiz kalan ve sosyal dayanışma ağları önemli ölçüde aşınmış hatta yok olmuş kimselerdir. Aşırı yoksulluk 2000’li yıllarda yaşanan büyüme döneminde önemli ölçüde azalmış hatta bazı ölçümlere göre yüzde 1’in altına kadar inmişti. Oysa kriz sonrasında birçok hane aşırı yoksulluk durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Aşırı yoksulluk bireylerin ve ailelerin en temel ihityaçlarının dahi karşılanamadığı bir yarı açlık ve sefalet durumudur. Aşırı yoksul oranı yüzde bir düzeyinde kalsa bile bu çok endişe verici bir durumdur. Çünkü yüzde bir gibi bir oran dahi Türkiye’de bir milyona yakın kimsenin açlık ve sefalet içinde yaşıyor olması anlamına gelir. O nedenle aşırı yoksulluk sorunu kendi başına ele alınması gereken temel bir insanlık sorunudur.YARIN: Yoksullaşma

İşsizliğin en önemli sonuçlarından biri sağlık sorunlarının artması
Artık işsizlerin çoğu en az üç aydır, hatta önemli bir bölümü altı aydan fazla bir süredir işsiz... İşsizlik ve yoksulluğun yol açtığı belkide en önemli sorun, tedavinin ve sağlık önlemlerinin ertelenmesi ve bunun sonucunda sağlık sorunlarının artmasıdır

İş arama çok zor, zahmetli ve bıktırıcı bir uğraş. Bazen başvuru yapabilmek için bile saatlerce beklemek gerekiyor. Çoğu durumdaysa başvurulan kuruluş bir cevap, olumsuz da olsa yazılı veya sözlü bir geri bildirimde bile bulunmuyor.

YoksullaşmaÇoğunluğu asgari ücret seviyesinin biraz üzerinde bir gelire sahip olan yaygın bir kesim kriz öncesinde iyi kötü geçiniyor, ihtiyaçlarını karşılayabiliyor, hatta daha çok giyim eşyası satın alabiliyor ve borçlanarak dayanıklı tüketim malları sahibi olabiliyordu. Krizin sonuçları arasında yer alan işsizlik ve yoksullaşma öncelikle bu kesimi etkilemektedir. İş aramaKrizin ilk önemli etkisi işsizliğin artması oldu. Küçük ve orta çaplı birçok kuruluş kapandı. Özellikle sanayi kesiminde ve başta tekstil, gıda, otomativ, inşaat, ulaşım gibi sektörlerde çalışan yüz binlerce işçi işsiz kaldı. O nedenle genellikle işsizlik oranı ve işsiz sayıları üzerinde duruyoruz. Oysa toplumsal sonuçları bakımından can alıcı bir başka eğilimi göz ardı etmememiz gerekiyor. Artık işsizlerin çoğu en az üç aydır hatta önemli bir bölümü altı aydan fazla bir süredir işsiz. İşsizlik konusunu ve işsizliğin toplumsal sonuçlarını incelerken öncelikle işsizlik ve işsizlik süresinin uzaması üzerinde durmalıyız. Çünkü aile dayanışmasından da yararlanılarak birkaç ay süren bir işsizlik ile baş etmek mümkün olabilir ama işsizliğin aylarca sürmesi birey ve aile için birçok sorunu hatta yıkım tehlikesini beraberinde getirebilir. Önce sabah akşam durmadan iş peşinde koşuyor. Anlaşılır bir refleks ve umutlu bir bekleyişin sonucu olarak önce bildikleri ve çalıştıkları sektörde iş arıyorlar. Yani ayrıldıkları işyerlerine benzer işler yapan işyerlerine başvuruyorlar. Şayet buralarda iş bulamazlarsa canları sıkılıyor ama statü ve kazanç olarak emsal gördükleri başka işleri de kollamaya başlıyorlar. Ne zaman ki eskisi ayarında iş bulmanın kolay olmadığını anlıyorlar o zaman vasıflı vasıfsız demeden her gördükleri işe başvurmaya başlıyorlar. İş arama çok zor, zahmetli ve bıktırıcı bir uğraş. Gitme gelme masraf, formalitelerle boğuşmak gerekiyor. Çoğu durumda başvurulan kuruluş bir cevap olumsuz da olsa yazılı veya sözlü bir geri bildirimde bulunmuyor. İşyerleri, işgücü arzı giderek büyüdüğü için daha seçici olmaya başlıyor ve daha yüksek eğitimli ve daha genç kimseleri işe almayı tercih ediyor. Bu tercihlerden görece daha düşük eğitimli ve daha yaşlı kimseler zarar görüyor. İşverenler güçlü kuvvetli gençleri, eğitimli olanı tercih etme olanağına sahip olduklarından özellikle de eğitimsizler ve orta yaşta oranlar iş bulmakta daha fazla zorlanıyor. Düşük vasıflı işlerde ise bunun tersi de olabiliyor. Kendisi de mali sıkıntı içinde kıvranan işveren daha az ücret karşılığı çalıştırabileceği ve gerektiğinde işine daha kolay son verebileceği kadınları bazı durumlarda çocukları tercih edebiliyor. İşsiz kimse sonunda iş bulmayı başarsa da genellikle eskisine oranla daha düşük ücrete razı oluyor. Güvencesiz çalışmaya razı oluyor. Sonuçta kayıt dışı istihdam artıyor. Ama işsizlerin önemli bir bölümü düşük ücrete ve güvencesiz çalışmaya razı olsa dahi yine de iş bulamıyor. İş arayan kadınlarToplam erkek istihdamı azalırken kadın istihdamında sınırlı bir artış görülmektedir. Yeni istihdam daha çok düşük ücretli hizmet sektöründe ortaya çıkmaktadır (temizlik, bakıcılık, pazarlama). Gerçekten de kriz daha önce çalışmayan bir kadın kesimini iş aramaya ve iş bulursa çalışmaya sevk etmeye başladı. Yoksul ailelerden gelen kadınlar ev işleri ve çocuk bakımı başta olmak üzere emek yoğun alanlarda iş arama faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Özellikle büyük şehirlerde birçok kadın aracılar koyarak hatta kapı kapı gezerek evlerde iş arıyor ve her ücrete razı olduğunu söylüyor. Aşağıdaki örnek Ankara Keçiören’den:“Komşum oğlunun okul masraflarını yapmak için hamur işleri- yufka ekmek, tarhana, erişte- yapıp sokakta satıyor. Bir diğeri elli yaşında, kocasını üç ay önce işten çıkarmışlar, önceki maaşlarını da alamamışlar zaten. Kaynanasının emekli maaşına bakıyorlardı, o da üç ayda bir maaş alıyor. Şimdi kadın evlerde iş bulunca adama harçlık, sigara parası veriyor.”GençlerGenç işsizliği her dört gençten birisini etkiliyor. Özellikle işsiz gençler karamsar ve geleceğe olumsuz bakıyorlar. Gençler aile içi ilişkilerden örneğin anne ile baba arasındaki ilişkilerde yaşanılan gerilimlerden rahatsız. Gençler geleceğe ilişkin beklentilerinin tükendiğini belirtiyor. Ev, araba, aile, okuyan çocuklar. Bazı gençler hayal kurup gelecek düşünmek yerine tükenmişliği hatta ölmeyi düşündüklerini söylüyorlar: “Komşunun çoluğu çocuğu olduğu gibi işsiz kaldı. Sabah parkta yürüyüşe gidiyosun... Bir sürü hikâye, gencecik insanlar. Bizim Çorumlu Kezban Hanım’ın oğlu güvenlik şirketinde çalışıyodu, iki ay önce çıkardılar. Geçen yolda gördüm, nasıl kilo vermiş, bir deri bir kemik kalmış, ayakta zor duruyor bitmiş, çökmüş, dokunsan yıkılacak...”Ücret azalmasıİşsizlik kadar ciddi ama daha çok göz ardı edilen bir konu ise ücretlerin azalması. Yani yokullaşma işsizlik kadar ücretlerin azalmasından kaynaklanıyor. İşyerini kapatmamak için mücadele veren işveren ücretleri düşürmek zorunda kalıyor. İşçisine eski ücretinin altında bir miktar teklif ediyor veya yeni işçiyi daha düşük ücretle işe alıyor. Bazı durumlarda eski ücretin dörtte üçü hatta üçte biri ödeniyor. Bunun da ötesinde zaten azalmış olan ücretler zamanında ödenmiyor. Oldukça sık karşılaşılan bir başka durum ücret ödemesinin ertelenmesidir. Veya ücretin sadece bir kısmının ödenmesi... Ek mesai ödemeleri kaldırılırken çalışma saatleri dokuz on saate kadar uzayabiliyor. Bir işyerinde eskiden beş kişinin yaptığı işi üç kişi daha düşük bir ücret karşılığı yerine getirmeye başlıyor. Kısacası istihdam altında bulunanlar için çalışma koşulları giderek ağırlaşıyor. İşlerin bir bölümü kısa süreli ve düşük ücretli hale geliyor. Veya hâlihazırda istihdam altında olanlar daha uzun sürelerle ama daha düşük ücretler karşılığı çalıştırılıyor. Tasarruf önlemleriEsfendiyar Korkmaz tarafından yapılan araştırma geçim sıkıntısı çeken ailelerin harcamalarını nasıl ve nelerden kıstığını ortaya koyuyor. En çok kısılan harcamalar şöyle sıralanmakta: kıyafet (yüzde 24.4); gıda (yüzde 23.1); ısınma, elektrik ve su (yüzde 9.6); yeni mobilya ve ev aletleri (yüzde 7.4); içki ve sigara (yüzde 6.9); eğlence (yüzde 6.1); ev cep telefonları ve internet masrafları (yüzde 5.2 ). Kira, sağlık harcamaları, ulaşım ve en az olmak üzere eğitim daha az kısıtlanıyor.İşsizlik ve gelir kaybı önce giyimden ve boğazdan kısmaya yol açmaktadır. Gıdada öncelikle sebze, meyve, beyaz et, süt, yumurta, baklagiller tüketimi en aza indirilmektedir. Yoksullaşan aileler giyim, yani üst baş alımının neredeyse tamamen durduğunu belirtmektedir. Aileler eskiden aynı anda aldıkları üç dört gıda maddesini artık sıraya bindirerek alabildiklerini söylemektedir. Alışveriş eskisine oranla daha küçük partiler halinde ve sonuçta daha yüksek fiyatla satın alınmaktadır. Yiyecek kısıntısını anlatmak için çoğu kimse ‘gel bak evde buzdolabı bom boş’ demektedir. Nitekim birçok aile hiç değilse elektrik faturasını düşürmek için geceleri buzdolabının fişini çekmektedir. Özellikle mutfakta tasarruf işi büyük ölçüde kadına düşüyor. Kadınlar bir yandan miktarı kısarken diğer yandan devamlı ucuz alternatifler arıyorlar. Yine kadınlar kendi aralarında, hangi satıcının hangi mal hangi fiyatla sattığını, kimin ne zaman ne indirim yaptığını yakından izleyip birbirlerini haberdar ederek alışveriş masraflarını en aza indirmek için çabalıyorlar.Yoksullaşma özellikle kirada oturanları zor durumda bıraktmaktadır. Birikimlerinden yararlanarak kirayı zamanında ödeyen işsiz ve yoksullaşan aileler artık birikimlerin tükendiğini ve ileride kirayı nasıl ödeyeceklerini bilemediklerini belirtmişlerdir. Su, elektrik, gaz faturalarını ödemek krizden olumsuz etkilendiğini söyleyen ailelerin en çok yakındıkları konudur. Aileler su, elektrik ve yakıt harcamalarında ciddi kısıntılara gittiklerini buna rağmen fatura kâbusunun bitmediğini vurgulamaktadır. Faturaları ödemeyip elektriği, suyu ve daha çok telefonu kesilenlerin sayıları artmaktadır. Çocukları okuldan alma sık rastlanılan bir durum değildir. Bununla birlikte aileler katkı payı ödemekte, kurs ücretini karşılamakta hatta çocuğun üstünü başını, yol parasını ve harçlığını vermekte ciddi olarak zorlanmaktadır. Çocuk okulda yeterince başarılı görünmüyorsa veya alternatif bir çalışma olanağı varsa çocuklar özellikle ortaokul çağında okulu terk etmektedir. Genç bir anne bu konudaki çaresizliğini şöyle ifade etmektedir: “Umudumuz evlatlarımız okur da adam olurlar diye. Mutfağı yetişeremezken ‘LGS sınavları için dershane şart’ diyor hocalar. Bin liradan başlıyor kim gönderecek? Bizim çocuklar da bizim gibi olacak...” Yakıt masraflarını karşılayamayan aileler geçen kıştan bu yana sobaya geçmektedir. Tek odayı ısıtma, ocak ateşi ile yetinip sürekli mutfakta oturma, zamanı battaniyenin altında geçirme yakıt tasarrufu sağlamak için en çok başvurulan yöntemler. Aileler yapılan yakacak yardımı yetmeyince dışarıdan yakacak toplanmakta veya meyve ağaçları gibi ucuz alternatifler aramaktadır. Diğer yandan ulaşım masraflarını azaltmak için çocuklar dâhil herkes koşullar elverdiği ölçüde okula, işe ve çarşı pazara yürüyerek gitmektedir. Bazı aileler telefonunu tamamen kapattırırken, bazıları telefon yerine mesaj kullanmaktadır. Varsa internet bağlantısı kestirme bir başka tasarruf önlemidir. Sigortası bitip Yeşil Kart alamayan kronik hastalar tedavilerini yaptırmakta ve ilaç almakta zorlanmaktadır. Özellikle katkı paylarının artması sağlık hizmetlerine erişimde giderek daha önemli bir engel haline gelmektedir. İşsizlik ve yoksulluğun yol açtığı belkide en önemli sorun tedavinin ve sağlık önlemlerinin ertelenmesi ve bunun sonucunda sağlığın bozulması ve sağlık sorunlarının artmasıdır. Kirayı ödemekte zorlanan aileler ciddi bir statü kaybına uğramanın getirdiği üzüntü ve mahrumiyet duygusunu yaşamakla birlikte daha ucuz evlere ve daha ucuz semtlere taşınmaya başlamaktadır. Kiracıların bir başka tercihi varsa anne ve babalarının yanına taşınmak. Tabii bu durumda daha kalabalık geniş aileye dönülmüş oluyor ve geniş ailelerin ilişkilerinde görülen uyuşmazlıklar hatta gerginlikler yeniden ortaya çıkıyor. Yuvalarını küçük çekirdek aile olarak kurmuş genç kuşaklar için geniş aile yaşamı alışılması pek de kolay olmayan yeni bir deneyim. YARIN: Orta sınıf

İşsizlik dayanışma ve karşılıklı güven duygusunu yok ediyor
Krizin etkisini çocuklar yakıcı şekilde hissediyor. Kimi çalışmak zorunda kalıyor kimiyse pazar artıklarını toplayarak ailesine yardımcı oluyor.

Uzun süre işsiz kalan kimselerin aile hayatı bozulmakta ve sosyal ilişkileri sarsılmaktadır. Konu komşu, yakın akrabalar ve hatta iş arkadaşları arasındaki dayanışma ve karşılıklı güven duygusu aşınıp kaybolmaktadır...
Krizle baş etmeKüçük tasarruflarından yararlanarak geçimlerini sağlayan dar gelirli aileler artık yolun sonuna geldiklerini ve birikimlerinin eridiğini söylemektedir. Örneğin birçok ailede yastık altı diye anılan nakit kaynaklar tüketilmiş, kadınlar zihnet eşyalarını satmak zorunda kalmıştır. İşsizlik sigortasından yararlananların prim ödenmediği için sigorta süreleri dolmaktadır. Kıdem tazminatından yararlananların kaynakları büyük ölçüde erimiş durumdadır. Borçlanma bir başka önemli geçinme stratejisi. Yukarıda değinilen araştırma görüşülen kimselerin yüzde 35’inin geçinebilmek için borçlandığını, yüzde 11.3’ünün geçmişteki tasarruflarını kullandığını belirtiyor. Yaygın bir kesim kredi kartını temel ihtiyaçların karşılanması için kullanılıyor. Çoğu kimse imkânları ölçüsünde anne ve babalarından veya çocuklarından yardım istiyor. Bazı durumlarda birden çok yetişkin hatta evli çocuk gözlerini baba veya annelerinin aldığı emekli maaşına dikiyor. Kimileri evdeki eşyaları satışa çıkarmayı düşündüğünü söylerken özellikle borcunu ödeyemeyen kredi kartı borçluları icra korkusu ile büyük kâbus yaşıyor. Günlük yaşama etkilerGiderek zorlaşan yaşam ve geçim mücadelesinde ailenin bireyler için en büyük destek olduğu iddiası büyük ölçüde doğru. Fakat sorun şurada ki ailenin kaynakları kuruyor ve bireylerin birbirini destekleme kapasitesi sınırlanıyor. Erkek işsiz kalınca kendisinden beklenen gıda, ulaşım, kira ve çocukların yemesi içmesi ve üstü başı dâhil en temel ihtiyaçları karşılaması çok büyük sorun haline geliyor. Erkekler evde devamlı bir şey istenmesinden, kimsenin yoktan anlamamasından ve iş bulamamanın kişisel beceriksizlik olarak görülmesinden şikâyetçi. Kadınlar eve getiren olmayınca kendilerinden istenenleri yoktan var edemediklerini söylüyorlar. İki yakayı bir araya getirememe önce eşlerin arasını açıyor. İşsiz ve gidecek yeri olmayan erkeğin evde durması, asabileşmesi, her işe karışması aile içi gerilimi ve kavgayı artırıyor. Kadınlar aile içi şiddetin arttığını iddia ediyor. Komşular evlerderden yükselen kavga seslerinin nasıl arttığını anlatıyor. Evde huzur kalmadığı tüm aile üyelerin tarafından dile getirilen bir konu. Boşanmayı düşündğünü söyleyenlerin sayısı hızla artıyor. Çocukların hiç değilse bazı temel ihtiyaçlarını, harçlıklarını çıkartmak için çalışmak zorunda kalmaları başarısızlık ve okulu terke etme eğilimini artırıyor. Çalışma okula rakip hale geldikçe çocuğun okula bağlılığı ve eğitim performansı düşüyor. Okulda başarısız olan yoksul çocuk sayısı artıyor.BireyYoğun endişe bireyin psikolojik sağlığının bozulmasına yol açan önemli bir etken. Endişenin artması ise birçok nedene bağlı. Bir önemli neden çocukların ihtiyaçlarını karşılayamamanın verdiği üzüntü ve ızdırap duygusu. Banka ve kredi kartı, esnaf ve tanıdıklara olan borçların ve özellikle fatura borçlarının ödenenememesi yarın ne olacak endişesini sürekli kamçılıyor. Evi geçindirme beklentisini yerine getiremeyen erkeğin aile içinde ve yakın çevrede değeri azalıyor. Kadınlar ise bezginlikten, yorgunluktan ve erken yaşlanmadan yakınmaktadır. Genç kızlar ve erkekler ev geçindirmenin mümkün olmadığını, içinde bulunulan koşullarda çocuk yetiştirilemeyeceğini düşünüyor ve evliliği erteliyor. Gelecek endişesi aile dokusunu sarsıyor, aile içi kıskançlıklar ve gerginlikler artıyor.Psikolojik etkilerUzmanlar krizin çeşitli psikolojik sonuçlarının önemine dikkat çekmektedir. İşsizlik veya işsiz kalma korkusu kişinin sürekli endişe içinde yaşamasına neden olmaktadır. Bu durumda olan bir kimse kendine sürekli olarak ‘işten çıkartılacak mıyım’ diye sormakta ve bundan başka bir şey düşünemez hale gelmektedir. Psikologlar yoğun endişenin, bireylerin iki farklı uçta tepki göstermesine yol açabileceğini belirtmektedir. Birinci eğilim kaçma, içine kapanma ve kendine çekilme yani giderek toplumdan, yakın çevreden hatta aileden kopma yönündedir. Özellikle uzun süre işsiz kalan kimselerin aile hayatı bozulmakta ve sosyal ilişkileri sarsılmaktadır. Örneğin konu komşu, yakın akrabalar ve hatta iş arkadaşları arasındaki dayanışma ve karşılıklı güven duygusu aşınıp kaybolmaktadır. Maddi kısıntılar kadar önemli bir önlem ev dışı yaşamdan eve çekilmedir. Örneğin erkeklerin kahveye gitmeyi veya ev dışında erkek arkadaşlarla buluşmayı azaltması hatta terketmesi gibi. Kendini eve kapatan işsiz erkeğin hem kendine verdiği hem de toplumun kendisine verdiği değer azalmaktadır. Birey tüm ilişkilerinde ciddi bir uyum bozukluğu çekmektedir. Arkadaşlıklar zayıflamaktadır. Erkek, aile içinde ve toplumsal çevrede evi geçindirmekle yükümlü tutulmakta ve kendisinden bekleneni yerine getiremeyince adeta isyan duygusu içine girmektedir. Ailesi ile ilişkisi bozulan ve toplumdan kopan bireyin intihar isteği artmaktadır. İşsizler arasında iki kat fazla depresyon üç kat fazla intihar vakaları görünmektedir. Anti-depresan ilaç satışları artmıştır.Psikologların değindiği ikinci eğilim ise dışa dönük saldırgan tutum ve davranışlardır. Yoğun endişe nedeniyle dayanma gücü azalan birey sabrını ve tahammülünü kaybetmektedir. Böyle durumlarda yanlış giden işlerin sorumlusu yani suçlanacak günah keçileri aranır. Karşıt olarak görülenlere karşı düşmanca hatta saldırganca bir tutum içine girme eğilimi güçlenir. Ve tepki aile üyelerinden ve birinci derecede yakınlardan tanınmayan kimselere yabancılara yönelik bir saldırganlığa dönüşür. Kim olursa olsun karşı tarafa yönelik bir şiddet kullanma eğilimi belirir. Sonuç olarak altını çizelim ki psikologlar türü ne olursa olsun işsizlik ve yoksullaşmadan kaynaklanan kişisel bunalımların ve bunların zarar verici sonuçlarının arttığını belirtmektedir.Toplumsal çevreye etkileriÇoğu durumda yakın toplumsal ilişki ve toplumsal bağlar deyince akla ilk olarak komşu ve komşuluk geliyor. Oysa günümüzün yaşam koşullarında komşuluk veya yakın çevremizdeki kimselerle bir arkadaşlık ilişkisini sürdürmenin de bir ekonomik maliyeti olabileceğini pek düşünmüyoruz. Ekonomik kaynakları tükenmiş bir kimse veya aile için bir çay ısmarlamak veya eve gelen komşuya bir çayla bisküvi ikram etmek gereksiz bir masraf olarak görülüyor. Diğer yandan, acaba benden bir şey mi ister, dahası acaba borç para mı ister diye komşuların biribirleri karşılaşmaktan çekindiği ve yollarını değiştirdiği birçok kimse tarafından dile getiriliyor; yolunu değiştiriyor. Uzaklaşma ve mesafe koyma bir yana komşuluk ilişkilerinde kıskançlıklar ve buna bağlı olarak uyuşmazlık ve gerilimler artıyor. Kadınların gözlerini kendilerinde olmayıp başkasında olanlara dikip daha çok haset ettikleri söyleniyor. Önceden güzellikle halledilen uyuşmazlıklar, örneğin çocuklar arasındaki basit bir çekişme, anlaşmazlıkların büyütülmesine ve aileler arasında kavgalara yol açabiliyor. Eskiden hoş görülen küçük yanlışlar artık hoş görülmüyor. Komşunun en küçük bir hatasının üzerine gidiliyor. Küslükler artıyor. Herkes patlamaya hazır bir vaziyette burnundan soluyor. Özellikle büyük kentlerde ATM hırsızlığından, dükkân soygununa, uyuşturucu ticaretinden fuhuşa, dolandırıcılıktan kapkaççılığa adi suçlarda gözle görülür artışlarla karşılaşılıyor. Büyük kentlerde uyuşturucu kullanımının büyük bir hızla artması en önde gelen endişe kaynaklarından birisi haline geliyor. Mahallede hırsızlık yaygınlaşıyor. Sokak kavgaları, saldırı, parkların ve hava karardıktan sonra çarşının yol kesip para isteyenler ve kapkaççılardan dolayı giderek daha fazla güvensiz hale gelmesi yine çoğu kimse tarafından dile getirilen önemli bir rahatsızlık konusu. Aileler özellikle çocuklarının hava karardıktan sonra sokağa çıkmasından büyük endişe duyuyor. Çocukların oyun oynadıkları ve spor yaptıkları yerler güvenli yerler olmaktan çıkıyor. Yine büyük kentlerin çevre semtlerinde oturanlar her köşede bir tinerci, kapkaççı ve dilenciye rastlamaktan korktuklarını belirtmektedir. Kayıp çocuklar, çocuk satma, organ satışı, çocuk pornosu, çocuğa yönelik şiddet gazete ve televizyon haberlerinde en sık rastlanan konuları haline geliyor. Emniyet kayıtları kayıp çocuk sayısının 2009 yılında bir önceki yıla göre iki katına çıktığını göstermektedir. Organize suçlar çoğalmaktadır. Antalya Emniyet Müdürlüğü altı ilde yaptığı baskın sonucu dokuz kişilik organ çetesini yakalamış ve çetenin organları 20-30 bin lira karşılığı borçlarını kapatmak isteyen köylülerden alındığı saptanmıştır. En çarpıcısı ise çoğu kimsenin gözle görülür biçimde arttığını düşündüğü fuhuştur. Örneğin gazetelerde alışılagelmiş olanların dışında eşini pazarlayan kocalara ilişkin haberler sık sık yer almaktadır. Orta sınıfOrta sınıf toplumu olmayı başarmış ülkelerde refah düzeyi, insan sermayesi ve yaşam kalitesi görece yüksektir. Orta sınıf yalnız mobilya, araba, cep telefonu almakla kalmaz. Daha fazla eğitim ve daha iyi sağlık hizmetleri, kamusal altyapı hizmetleri talep eder. Seyahat etmek ister. Orta sınıf mensupları yeni ve başka fikirlere daha açıktır. Teknolojik gelişmeye daha fazla önem verirler. En önemli değeri insan sermayesi olarak gördüklerinden yaşamı eğitim merkezli düşünürler. Sürekli olarak çocuklarını en iyi şekilde okutma uğraşı içindedirler. Gelecek kuşağa daha fazla yatırım yaparlar. Küresel ısınmanın ve çevre tahribatının olumsuz sonuçlarının daha fazla farkındadırlar. Hukuk devleti ve kurallar konusunda daha dikkatlidirler. Kendi ülkelerini ve kendi ülkeleri dışındaki dünyayı daha yakından tanırlar. Orta sınıf tanımıBu özelliklere sahip orta sınıfta kimler yer alıyor? Bir bakıma şöyle diyebiliriz; en alttaki yüzde 20 ile en üstteki yüzde 20’lik gelir diliminin arasında kalan her biri yüzde 20’lik üç gelir diliminde yer alanlar. İki, üç ve dördüncü basamaklar. Dünya Bankası bu grubu yıllık kişi başına 4 bin-17 bin dolar geliri olanlar şeklinde geniş marj içinde tanımlıyor. Yine Dünya Bankası yıllık geliri 4 bin 268 dolar (6 bin 575 lira) olan bir kesim üzerinde duruyor. Türkiye’de bu hesapları ayda kişi başına net 500 lira ve dört kişilik bir aile düşünüldüğünde ise ayda en az 2 bin liranın üzerinde geliri olanlar diye düşünebiliriz. Bu hesaplamalar orta sınıfı yoksullardan ayıran bir tüketim ve harcama özelliğini açığa çıkarması bakımından önemli. Orta sınıf, yiyecek ve konut gibi temel masrafları karşıladıktan sonra gelirinin en az üçte birini farklı biçimlerde harcama kapasitesine sahip kişi veya ailelerden oluşuyor. Örneğin dört kişilik bir orta sınıf aile aylık 3 bin lira olan gelirinin 2 bin lirasını konut, giyecek ve temel ihtiyaçlar için harcadıkatan sonra kalan kısmını giyimden ev eşyasına, dışarıda yemek yemekten çocukların eğitim masrafına ayırabiliyor. Kriz öncesinde yapılan değerlendirmeler, hızlı büyüyen ekonomilerde nüfusun yarıya yakınının bu kapsamda orta sınıf konumuna gelmiş bulunduğunu gösteriyordu. YARIN: Kriz ve orta sınıf
Orta sınıf yoksulluğa yuvarlanma tehlikesiyle karşı karşıya
İflas edenler ve işyerini kapatanlar sayıca çok ama esnaf ve sanatkârların karşılaştıkları esas önemli sorun piyasada işin azalmasıdır.
Orta sınıf borçlandı, kredi kartı borçlanmasından zarar görüyorlar ve önemli bir bölümünün tasarrufu eridi. Orta sınıfa son dönemde katılan kesim tekrar yoksulluğa yuvarlanma tehlikesi ile karşı karşıya
Orta sınıf özellikleriYoksul bir kimsenin günlük yaşamına geçinme, iki yakayı bir araya getirme uğraşı damgasını vurur. Yoksulun yaşamına hâkim olan boğaz tokluğu mücadelesidir. Ama temel ihtiyaçlarını karşılayıp başka alanlarda harcama yapabilen orta sınıf yaşadığı günün biraz olsun ötesine uzanarak geleceği düşünebilir, gelecek planları yapabilir. İşte bu nedenle orta sınıfların değer ve tutumları ekonomileri ve toplumları değiştirme ve daha mutlu, daha iyimser ve geleceğe dönük toplum yaratmada temel bir rol oynar. Kriz ve orta sınıfAma kriz orta sınıflaşma yönündeki bu tarihi gelişimi yavaşlatabilir hatta geçici olarak da olsa durdurabilir. Türkiye’yi göz önünde bulunduracak olursak kriz ortamında birçok kimsenin işsiz kaldığını ya da işsiz kalmasa bile öenmli oranda gelir kaybına uğradığını görebiliriz. Aynı zamanda orta sınıf aileler borçlandı, kredi kartı borçlanmasından zarar görüyorlar ve yine önemli bir bölümünün tasarrrufları eridi. Orta sınıfa son dönemde katılan ve yoksulluk seviyesini ancak aşmayı başarmış kesim günümüzde tekrar yoksulluğa yuvarlanma tehlikesi ile karşı karşıya. Beklentileri hayal kırıklığına dönüşüyor. Şayet durgunluk bir iki yıl hatta daha fazla sürerse bu kesimin beklentileri ve davranışları önemli ölçüde değişebilir. Bazı örneklerKriz öncesinde refah ve konfor standartlarını yoksulluk düzeyinin üzerine çıkarmayı başarmış birçok kimse ekonomik büyüme döneminde elde ettikleri konumlarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır:“Kızlarına gözlük parası bulamamışlar. Göremiyor yavrucak, ama para yok ki gözlük alsın... 14 yaşındaki çocuğa dededen kalma çerçeveye cam taktırıp, gözlük yapmışlar. Kız çocuğu... Okula gitmek istemiyomuş, ‘herkes dalga geçiyor benimle’ diye... Evlerini görsen, hâlâ lüks içinde, temiz, düzenli. Ama bellerini kırdı kriz zavallıların... Satıp savmaktan başka çareleri kalmadı.”Ailede bazı kimselerin işsiz kalması sonucu toplam gelirin düşmesi gelir ve statü kaybının en önemli nedeni olmaktadır: “İstenen katkı payı parasını üç kişiden ikisi ödeyemiyor. Ben sınıf annesiyim hergün kaç tane veli ağlayıp eşinin işsiz olduğunu, daha önceki maaşlarını bile alamadıklarını anlatıyor. Öğretmen de anlıyor, o da sıkıntıda. Üç çocuğu var, ikisi üniversite mezunu, işinde gücündeydiler. Bahar sonu işten çıkarmışlar birini, karısını da çıkarmışlar. Yeni evli çift bunalıma girmişler, boşanma noktasına gelmişler. Onların yanına taşınmışlar.”“Yan komşunun kızları, okumuş kızlar, ikisi de çalışıyodu... İkisini de çıkardılar... Ne sigorta, ne bişey... Kalan maaşları bile alamamışlar.. Annesi her gün beddua ediyor onları ortada bırakana ‘Allah yedirmesin’ diye... ”Orta sınıfın bir başka önemli olan kesimi esnaf ve sanatkârlar arasında işyeri kapatma oldukça yaygındır. İflası önlemek için işine son verip başka geçim yolları arayanlar çoğu durumda umduklarını bulamamaktadır: “Amcamın taksisi vardı. Sattılar geçen sene 200 milyara. Bankaya yatırdılar. Faiziyle geçiniriz dediler. Geçen sene bu zamanlar alıyorlardı 3 milyar faiz, şimdi 1 milyara düştü. Gezerlerdi alışveriş merkezleri, rahat rahat alışveriş yaparlardı.. Kızları Mango’dan, Zara’dan, bakmazlardı LCW’nin yüzüne. Üzerlerinde yeni bir şey göremezsin artık.”İflas edenler ve işyerini kapatanlar sayıca çok ama esnaf ve sanatkârların, küçük ve orta işletmelerin karşılaştıkları esas önemli sorun piyasada işin azalması, ciro ve kazancın düşmesidir: “Ayakkabı mağazası var. Çok güzel kazancı oluyordu. Allah muhtaç etmesin, bugünümüze de bin şükür. Ama dükkândan gün oluyor 15, bilemedin 20 milyon ile dönüyor. N’apacan? Borç içindeyiz. Elektriği, suyu, işçisi... Yetişmiyor... Yok; kimse alışveriş yapmıyor. 30 milyona ayakkabı bulabilir misin alışveriş merkezinde? O kadara satıyor bizimki, ama yine iş yok yine yok. Bizim oğlan Kırkkale’de okuyor, parasını nasıl yetiştireceğiz? Gel de bir sor... Yeni palto alayım dedi, okulları soğuk... Alamadık, evdeki iplerle iki tane kalın hırka ördüm.”Orta sınıf için statü çok önemlidir ve orta sınıf kimliğinin belirleyicisi giyim kuşam, ev arabadan çok yaşanılan semt ve toplumsal muhittir. Çevre statütü sembolü olduğu kadar, beraber olunan kimseler ve daha önemlisi çocuğun kimlerle birlikte büyüdüğü ve hangi okula gittiği ile ilgili bir konudur: “Binada bir aile kirayı ödeyemedi gittiler kenar mahallelere... Gecekonduya çıkanlar var, kirasını ödeyemeyip. İşinden olan adam, ekmek götüremiyor, çocuğun dişini çektirmeye para yok... Ne yapsın? Daha ucuz kiraya çıkıyor. İyi komşu, iyi mahalle diye düşünmüyor artık.”“Ahh, ahh! Kriz nasıl vurdu bilemezsin, kolumuzu kanadımızı kırdı. Gerçi herkes biliyor ama kimseden ses çıkmıyor. Burası iyi insanların yeri, insanlar evlerini kimseye açmazlar, kim ne yer ne içer nasıl sıkıntı çeker bilmezsin. En yakın komşun saklar, bilinsin istemez. Utanır sıkılırlar, hep iyi göstermek isterler kendilerini... Bazen anlatırken utanıyorum ben de; acaba ayıplıyorlar mı bu kadar anlatıyorum diye... Aman Allah’ın bildiğini kuldan mı salkıyacaksın?”Orta sınıf tüketim ve yaşam standardı hatta yiyecek, giyecek ve ulaşım gibi temel ihtiyaçları karşılama bakımından ciddi bir yoksullaşma süreci içine girmiş tıpkı yoksullar gibi boğaz tokluğu mücadelesi vermeye başlamıştır:“Gücümüz çok azaldı, ben mutfağı yetiştirirken bir değil bin kez düşünüyorum. Gelinler de öyle... Hani bir de onlar genç kılığa kıyafete özeniyolar, geziyorlar her haftasonu. Ankamall, FTZ, oralara gidiyorlar. Çıkıyorlar parka, özeniyor öbür kızların kılığına özeniyor. Yazık benim oğlanlar da yetiştiremiyolar eskisi gibi. Geçen senelerde alıyorlardı bilmem kaç taksitle pardesü, etek ceket... Yok artık; kredi kartı olduğu gibi mutfak alışverişine gidiyor. Herkes borç içinde, valla korkuyorum geçen yan binadaki yeni evlilere haciz gelmiş. Duvardaki plazma TV’yi götürmüşler.” Toplumsal olarak yükselmiş, zaman içerisinde durumunu iyileştirerek orta sınıf yaşam standardına erişmiş birçok aile aşağı doğru yuvarlanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Geçmişte elde edilen birikim, refah ve statü ile yaşanmakta olan yoksullaşma ve statü kaybı çelişik konumlar yaratmaktadır:“Dün yan komşuya geçtim öğle saatinde. Çay içiyolarmış bana da verdiler bir bardak. Bayat, içilecek gibi değil. Uğraştım içeyim diye ama mümkün değil gitmedi boğazımdan. Sonra kızları kusura bakmayın dedi. Dün akşamdan kalan çayı tekrar ısıtmışlar! Bir kuru çay, sen düşün artık. Evlerini bir görsen nasıl lüks, nasıl bakımlı... Cimriliklerinden değil yavrum, inan cimrilikten değil... Bildiğim insanlar... Yokluktan! Adam emekli.. İki kızı var okuyor, başka gelir yok. Liseye giden kızının bir ay oldu, kıyafetini alamadılar. Yokluk işte böyle içini eziyor, canını yakıyor insanların...”Orta sınıf: Toplum için önemiOrta sınıf ekonomik büyüme döneminde yaşamı ve geleceği bir ölçüde de olsa başarılı olma ve ilerleme olarak görmeye başlamıştı. Büyümenin getirdiği iyimserlik sınırlı da olsa yaygın bir toplum kesimi tarafından paylaşılmaya başlanmıştı. Büyümenin durması veya yavaşlaması bu ruh halini hızla karamsarlığa dönüştürebilir. Altı özellikle çizilmesi gereken nokta, krizden en çok etkilenlerin sayıca büyük bir kesimi oluşturan yoksulluk sınırına yakın orta sınıf aileler olmasıdır. Ekonomik büyüme sonucu çok sayıda kişi ve aile bir ölçüde de olsa yoksulluk sınırını aşmayı başarmıştı. Şimdi tekrar yoksulluk çemberinin içine düşme tehlikesi ile karşı karşıya olan yoksulluk sınırına yakın olan bu kesimdir.Orta sınıfın zayıflaması tehlikesi toplumdaki sadece bir sosyal grubun değil tüm toplumun geleceği ile ilgilidir. Çünkü orta sınıfın yoksulluk seviyesine yuvarlanması boğaz tokluğu için didinen ve yaşamını sürdürebilmek eşe dosta, konu komşuya, manava kasaba, tarikata cemaate bağımlı hale gelen bir toplum haline gelme demektir. Sürekli olarak yoksulluk ve bağımlılıktan kaynaklanan toplumsal ve siyasi sorunlar yumağı ile boğuşan bir toplum haline gelme demektir. İnternet masraflarını karşılayamama, çocukların eğitiminden kısma, kitap gazete masraflarının azaltılması, sinemaya son verme, seyahat planlarından vazgeçme. İşte geleceğin toplumu olmanın önündeki önemsiz gibi görünen ama esas engellerden bazıları... Türkiye bir yoksul ve bağımlı insanlar toplumu olmaktan hızla çıkabilecek mi? Gelecek için plan ve yatırım yapan dünyaya açık bir orta sınıf toplumu olabilecek mi? Kriz ve krizin sonuçlarını düşünürken öncelikle bu sorulardan başlamamız gerekir? Önceki ekonomik krizle karşılaştırmaYoksullar arasında yaygın olarak paylaşılan bir görüş bir önceki krizin özellikle tasarruf sahiplerini etkilediği yönünde. Son krizi diğerinden farklı kılan özellik, işyerlerinin kapanması, üretimin daralması, işsizliğin süresinin uzaması, ücretlerin ve kazancın düşmesi ve sosyal güvenlik sistemlerinin aşınması. Çoğu kimse orta sınıfın ve yoksulların bir önceki krizde bu ölçüde bir ücret ve düşüşü yaşamamış olduğu görüşündedir. Aynı şekilde işsizliğin bu kadar uzun sürmediği ve sigortasızlaşmanın bu ölçüde yaygınlaşmadığı düşünülmektedir. Bu kriz insanları ‘beş kuruşsuz’ bıraktı düşüncesi oldukça yaygındır. Özet olarak belirtmek gerekirse çoğunluk geçmiş krizde bu kadar çok kimsenin, bu kadar çok ve bu kadar uzun süre eziyet çekmediği görüşünü paylaşmaktadır. Son kriz: Yeni bağlamEkonomik krizin sonuçları bir önceki krize göre birçok yönden farklı bir ortamda yaşanmaktadır. Bu farklılıkları birkaç ana başlık altında özetleyebiliriz. Kamudan özele2001 krizi sonrasında yoğunlaşan özelleştirme sürecinin de bir sonucu olarak Türkiye’de kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışanların sayısı azalmıştır. İkincisi, eğitim, sağlık ve altyapı hizmetlerinin sunumunda özel sektör eskisine göre çok daha ağırlıklı bir konuma gelmiştir. Kısacası Türkiye önemli ölçüde kamuya bağımlı bir toplumdan piyasa koşullarına bağımlılığı artmış bir topluma dönüşmüştür. Devletten işçi çıkarma kolay değildir, kamu kuruluşları ücret ödemelerinde uzun süreli gecikmeler yapamazlar, siyasi kanalların da devreye girmesiyle kamuya olan borçların ertelenmesi sıkça karşılaşılan bir uygulama olmuştur. Bu noktada dile getrimek istediğimiz özelleştirmenin ekonomik etkinlik bakımından sonuçları değil. Sorun şu: Geli-ri azalan veya işsiz kalan ve önemli ölçüde güvenceden yoksun dar gelirli ve orta sınıf aileler için piyasaya eskisine oranla daha fazla bağımlı olma bazı ek zorlukları da beraberinde getirmektedir. YARIN: Toplumsal sonuçlar

İşsizlik ve yoksulluk geleneksel bağların kopmasına ve ailede geçimsizliğe neden oluyor
Son yıllarda özel kesimin tarım sektörüne verdiği krediler, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri’nin verdiği kredilerle boy ölçüşecek düzeye ulaşmıştır. Kredi kartı borcunun yanı sıra konut kredisi borcu ve tarımda koyun, traktör ve girdiler için çiftçi borçları çok sayıda ailenin başlıca sorunu haline gelmiştir. Türkiye çok daha yaygın anlamda formal kredi mekanizmalarına bağımlı bir toplum haline gelmiştir.
Yoksulluk arttıkça aile fertleri geleneğin yüklediği rolleri yerine getirmekte daha fazla zorlanıyor. Sokakta çocuk bırakma, yaşlıyı terk, boşanmaların artması ve kadına karşı şiddet kullanılması olasılıkları artırıyor * Birçok karı koca işsizlik ve parasızlık sonucu geçimsizliğin başladığını ve ailenin kopma noktasına geldiğini belirtmektedir. Karşılanmayan beklentiler, ödenmeyen borçlar, hayal kırıklıkları eski yakınlıkları bitiriyor
E-devlet ve sağlık sistemiBenzer bir durum sağlık sistemine ilişkindir. Sağlık sisteminde bilgisayar ortamına geçilmesi yönetimin rasyonelleşmesi bakımından önemli bir adım teşkil etmiştir. Ne var ki bu olumlu gelişme kriz ortamında birçok aileyi zor durumda bırakan sonuçlar da doğurmaktadır. Çünkü sigortalı ve sigortasız dar gelirli aileler için önceden kullanılan stratejileri devreye sokarak sağlık sisteminden yararlanma olanağı pek kalmamıştır. Örneğin Bağ-Kur primini ödeyemeyen bir kimsenin hizmeti artık hemen kesiliyor. SSK primini ödemeyenler sistemden en çok iki ay yararlanabiliyorlar. Çünkü eskisinden farklı olarak prim ödemeyince sistem hemen görüyor. İşsizliğin ve kapanan işyeri sayısının hızla arttığı ve daha önemlisi çok sayıda çalışanın kayıt dışı istihdama geçmek durumunda kaldığı bir ortamda sağlık sisteminden yararlanmakta zorlanan kimselerin sayısı artmaktadır. Diğer yandan yine eski uygulamada tek bir sigortalı geniş ailenin hatta başka yakınlarının kendi karnesi üzerinden tedavisini sağlayabiliyordu. Yasal sınırları zorlayan ve sistem için çok büyük bir mali külfet getiren eski uygulama ekonomiye yükü ve sistem düzeyinde yarattığı adaletsizlik ne kadar önemli olursa olsun birçok yoksul kimse için dolaylı da olsa sağlık sisteminden yararlanma fırsatını sunuyordu. Kaldı ki yeni uygulamada bu kolaylığı yapacak doktor bulmak da zorlaştı çünkü kendi maaşı performansa bağlanan doktor artık sisteme girmeyen hasta istememekte. Bir başka önemli gelişme birinci basamak sağlık hizmetlerinin ödeme az da olsa paralı hale gelmesi ve daha önemlisi diş ve cerrahi müdahaleler dahil olmak üzere tüm tedavilerde katkı payının artırılması. Bu değişikliklerin getirdiği en önemli sonuç masrafları karşılamakta zorlananların sağlık hizmetleri talebini ertelemesidir. Tedavinin ertelenmesi sağlığın daha çok bozulmasına ve özellikle kronik hastalara ilişkin risklerin artmasına yol açmaktadır. Banka kartıGünlük yaşamın ve temel ihtiyaçların temininde en önemli araç olan perakende alışverişte ödemeler giderek artan ölçüde kredi kartı ile yapılmaya başlandı. Bir genç kadın kredi kartı bağımlılığını şöyle anlatıyor:“Her şey borç zaten; içinde yüzüyoruz. Önceden bakkala yazdırırdın, kasap’a öylesine... Artık o da kalmadı, marketlerde kim kime dum duma... Bakıyorum 60 yaşında kadın, kocası memur emeklisi kadın çıkartıp kredi kartı uzatıyor aldığı 3 ekmek, 1 margarin... Komik geliyor. Mutfak da borça girersen, gerisi çok kötü...”.Nüfüsun yüzde 35’i finans kredisi sıkıntısı konut veya diğer borçlanmalardan olumsuz etkilendiğini söylüyor. 2008 sonu itibarıyla bir buçuk milyon kredi kartı mağduru var, bunların bir bölümü için ihbar çekilyor hatta bazıları icraya veriliyor. Borcunu hiç ödemeyenler ise yüzde 10 dolayında. Kredi kartı borcu ile ilgili şu tür haberler hemen her gün gazetelerde yer alıyor: “..... ortağı olduğu ......’da temizlik görevlisi olarak çalışan A. G. (31) kredi kartı borcu yüzünden intihar etti. İntihar notunda ‘5 bin TL kredi kartı borcum var, ödeyemiyorum, çocuklarım ortada kalacak, emanet edecek kimsem yok’ diye yazdı.”Büyük mağazalar ve AVM’lerTürkiye’nin son 10 yılda yaşadığı en radikal değişikliklerden birisi perakende ticarette küçük dükkân sahipliğinden büyük çaplı perakende zincirlerine ve kent içi ve sokak arası çarşılardan mağazaların toplandığı AVM (alışveriş merkezi) ve ‘outlet’lere geçmek oldu. Küçük yerleşim birimlerinde ve semt ortamında çarşı yüz yüze ve kişisel ilişkilere dayalı, süreklilik arzeden ve karşılıklı güvenin önemli rol oynadığı sosyal içerikli bir alışveriş ortamıdır. Büyük mağaza ise ilişkilerin gayri şahsi olduğu, ödemenin inisiyatif sahibi olmayan bir kasiyere yapıldığı, ancak formal kredi araçlarının kullanılabildiği bir alışveriş ilişkisi üzerine kuruludur. Son dönemde milyonlarca aile kentlerin çeperinde yer alan ve çoğunlukla apartman bloklarından oluşan semtlerde yaşamaya başlamıştır. Bu semtlerde alışveriş büyük ölçüde market zincirlerinden yapılmaktadır. Yeni yaşam çevrelerinde kişisel ilişkilere dayalı alışverişin yerini kişisel olmayan işletmelerden alışveriş yapma almıştır. Ve bu mağazalarda kişisel kredi ve güven ilişkisine dayanarak borçlanma mümkün değildir.Kredi ve borçlanmaSon yıllarda özel kesimin tarım sektörüne verdiği krediler, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri’nin verdiği kredilerle boy ölçüşecek düzeye ulaşmıştır. Kredi kartı borcunun yanısıra TOKİ (Başbakanlık Toplu Konut İdaresi) başta olmak üzere konut kredisi borcu ve tarımda koyun, traktör ve girdiler için çiftçi borçları çok sayıda ailenin başlıca sorunu haline gelmiştir. Türkiye çok daha yaygın anlamda formal kredi mekanizmalarına bağımlı bir toplum haline gelmiştir. Bu kredilerin geri ödemelerinde önemli güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Gazetelerde borçlanma ve iflaslar sonucu yaşanan intihar olayları sıkça yer almaktadır: “Bucak ilçesinde Murat Gezmez adlı işadamı evinin bodrum katında tavana iple asılı bulundu. Uzun süredir otomobil yağı satarken mermer işine de giren Gezmez, fabrikasını 10 ay önce kapatmak zorunda kaldı. Bankalara ve piyasaya 200 bin lira borcu olan Gezmez’in bir süredir bunalımda olduğu belirlendi.” Toplumsal sonuçlarİstihdam ve yoksullaşma sorunlarına ilişkin üç önemli toplumsal sonucun altını çizebiliriz. Aile ve toplumsal dayanışmaBirinci konu aile: Türkiye’de hükümetler, formal kurumlar ve geleneksel yaklaşımlar aileye büyük ekonomik sorumluluklar yüklemektedir. Çocuğa bakmaktan yaşlıya bakmaya, sağlık ihtiyaçlarını karşılamaktan eğitime destek olmaya, evi çekip çevirmekten hanehalkının mutluluğunu ve esenliğini sağlamaya kadar uzanan bu beklentiler listesi çoğu zaman ailenin somut ekonomik durumunun, sahip olduğu kaynakların ve elindeki fırsatların gerçekçi bir değerlendirmesini yapmaksızın ortaya atılmaktadır. Birden çok etkili çevrenin eğilimi, bizde aile sağlamdır, tüm zorlukların üstesinden gelir, ne yük koyarsan kaldırır anlayışından hareket etme yönündedir. Bu anlayış çerçevesinde, aile bireyleri her çırpınan hayırlı evlat, saçını süpürge yapan ana, ölümü göze alıp çoluğun çocuğun rızkını önüne koyan baba gibi her işin üstesinden gelme yeteneğine sahip kahramanlar olarak karakterize edilmektedir. Aile fertlerinin geleneksel rol tanımlarına yapılan güçlü kültürel ve ideolojik vurgular üstlenilmesi gereken yükümlülüklere ilişkin beklentileri büsbütün artırmaktadır. Oysa özellikle ekonomik kriz dönemlerinde aile fertlerinin bu beklentileri yerine getirme kapasitesi düşmektedir. Yoksulluk arttıkça aile fertleri geleneğin yüklediği rolleri yerine getirmekte daha fazla zorlanıyor. Ailenin zorlanması sokakta çocuk bırakma, yaşlıyı terk etme, boşanmaların artması ve kadına karşı şiddet kullanılması olasılıklarını artırıyor. Nitekim gazetlerde artık sık sık bu haberlere rastlıyoruz. Üzerlerine büyük sorumluluklar yüklenen aile fertleri katlandıkları maddi eziyetlerin yanısıra görevini yapamamış kimseler olmanın getirdiği moral ve manevi çöküntü altında ezilmektedir. Anne ve baba başta olmak üzere aile fertlerinin beklentileri karşılayamaması, kendilerinden beklenen rol ve işlevleri yerine getirememeleri aile içi ilişkilerde itaat, sorumluluk ve uyum açısından büyük sorunlar yaratmakta, aile içi gerilimlerin artmasına ve ailenin huzurunun bozulmasına yol açmaktadır. Evin geçimini sağlayamayan, öfke içinde gezen ve içinde bulunduğu duruma isyan eden erkekler kadınlardan farklı olarak kendi içlerine kapanamayı tercih etmektedir. Elde avuçta kalmayınca akşam sofraya neyin konulacağını, okula giden çocuğun karnının nasıl doyurulacağını, hasta annenin yattığı kırık yatağın nasıl tamir ettirileceğini, misafire ikram edilecek bir bardak çayın neyle alınacağını bilemeyen ‘deliye dönmüş’ kadınlar yorgunluk, yılgınlık, hastalık kadar suçlanmaktan, günah keçisi haline getirilmekten ve en önemlisi daha fazla şiddete maruz kalmaktan yakınmaktadır. Evde, okulda, sokakta hep mahrum kalan çocuklar ve gelecek hayalleri yıkılan gençler anne-babanın en önemli üzüntü kaynağı olmaktadır. Birçok karı-koca önceden çok iyi geçinirken işsizlik ve parasızlık sonucu geçimsizliğin başladığını ve ailenin kopma noktasına geldiğini belirtmektedir. Bunun da ötesinde bazı aile fertleri gazetelerde ve televizyonda aile fertlerinin biribirlerini öldürmelerine ilişkin haberleri izleyen aile fertleri aynısı bizim evde olur mu diyerek korku duyduklarını söylemektedir. Toplumsal bağlar ve toplumsal güvenlikİşszilik ve yoksulluk büyük şehirlerin ve metropollerin çevre semtlerinde görmeye alıştığımız güçlü akrabalık, hemşerilik ve komşuluk bağlarını zayıflatıyor. Yakınlar arasındaki karşılıklı destek sistemleri zayıflıyor ve geleneksel dayanışma aşınıyor. Kendi kaynakları giderek daralan, bu nedenle kendi kendilerine yetmez hale gelen aileler yakınlarına kol kanat germede giderek daha yetersiz kalıyor. Akraba, hemşeri ve yakınlar arasındaki dayanışmanın yerini karşılıklı güven eksikliği alıyor ve çoğu durumda ilişkiler kopma noktasına kadar gidebiliyor. Yoksulluk kişilerin biribirine değil yardım etmesi küçük bir ikram yapabilmesi, örneğin bir bardak çay ısmarlamasını dahi zora sokuyor. Sonuçta özellikle erkekler eşden dosttan kopup kendi kabuğuna çekiliyor. Karşılanmayan beklentiler, ödenmeyen borçlar, hayal kırıklıkları, kırıcı sözler ve hatta bazı durumlarda dövüş kavga eski yakınlıkları sona erdiriyor. Dayanışma zayıflayıp, ilişkiler gevşeyince akrabaların, hemşerilerin ve mahallenin üyelerine söz geçirmesi ve onların davranışlarını topluluk değer ve normlarına uygun kalıplara sokabilmesi giderek güçleşiyor. Kısacası geleneksel toplumsal kontrol etkinliğini kaybediyor. Bireyler ve aileler parçası oldukları topluluklara karşı (mahalle, sülale, cemaat vs) kendilerini daha serbest ve bağımsız hissediyor. Topluluk geleneklerini ve değerlerini daha az dikkate alıyor. Bu eğilim bir yanda bireyin ve ailenin daha fazla özgürleşmesi veya özerkleşmesi olarak görülebilir. Diğer taraftan özellikle büyük kentlerde uyum bozukluğu, depresyon, psikosomatik beden hastalıkları, madde kullanımı, mala tecavüz olayları, fuhuş, saldırganlık ve şiddet kullanımında görülen artışların arkasında da önemli ölçüde akraba, hemşeri ve mahalle kontrolünün zayıflaması görülüyor. YARIN: Orta sınıf toplumu
Aşırı yoksulluk bir insanlık sorunudur
Özellikle varoşlarda aşırı yoksullaşmaya bağlı suçun artması, cemaatlerin insanlar üzerindeki kontrol gücünün zayıflaması ekonomik krizin önemli sonuçlarından bazıları.
Aşırı yoksulluk sosyal ve ekonomik boyutların çok ötesinde düşünülmesi ve hızla ortadan kaldırılması gereken bir insanlık sorunudur. Kriz koşullarına rağmen Türkiye'nin olanakları aşırı yoksulluğu en az düzeye indirmek için yeterlidir * Toplumsal kriz ekonomik krizden kaynaklanmış olsa da artık kendi dinamikleri ile işleyen farklı bir toplumsal olgu olarak karşımızdadır. Ekonomik kriz denetim altına alınmış olsa da toplumsal kriz devam etmekte hatta genişleyip derinleşmektedir
Psikolojik bunalımların ve toplumsal aykırılığın artması kentlerin çevre mekânlarında yaşayan yoksul kimselerin öncelikle dile getirdiği bir konu haline geldi. Yoksul mahallelerde yaşayan yerel nüfusun en az üçte ikisi yaşadıkları çevrede gerilimlerin, şiddetin ve suçun arttığı görüşünde. Onların gözünde bu mahalleler mala ve cana yönelik tehdit ve tehlikelerin arttığı, asayişin kalmadığı yerler haline gelmiş durumda. Örneğin her on aileden birisi evlerinin ya da çalıştıkları işyerlerinin en az bir kere soyulduğunu söylüyor. Toplumsal aykırılığın arttığını gösteren hırsızlık, yankesicilik, şiddet içeren kavga, yaralama ve öldürme, uyuşturucu kullanımı, cinsel taciz, fuhuş gibi eylemlerin ve bu eylemleri gerçekleştirenlerin sayısında resmi istatistiklerin de açıkça ortaya koyduğu bir sayısal ve oransal artış var. Toplumsal aykırılığın özellikle genç nüfus arasında yaygınlaşan işsizlikten kaynaklandığını her zaman söylüyoruz. İşsizlik ve yoksulluk aile ve yakınlar arasındaki sosyal dayanışmayı ve sosyal denetimi zayıflatıyor. Tırmanan aykırı davranışlar ve eylemler mahallenin ve dini cemaatlerin bireyin davranışlarını denetleme konusundaki yetersizliğine işaret ediyor. Aksi halde yani güçlü ve etkin toplumsal çevre baskısı ve denetimi sürdürebilse aç susuz da kalsa bireyler grup normlarına uymaya ve aşırı davranışlardan kaçınmaya dikkat ederler.Yoksul mahallelerde yaşayan yaygın bir kesim toplumsal çözülme sürecinden doğrudan etkilenmektedir. Toplumsal krizin merkezinde bu kesim bulunmaktadır. Bu kesimin aile yaşamında huzursuzluk ve gerilim sürekli bir durum halini almıştır. Yakınlarıyla ilişkileri önemli ölçüde bozulmuştur. İlişikilerde kıskançlık, çekişme, sürtüşme hatta kavga döğüş ön plandadır. Kadınlar arkadaşlık ilişki ağlarını sürdürmede erkeklere göre daha başarılı olurken erkekler arasında kabuğuna çekilme, başkalarını suçlama ve çatacak kimse arama eğilimi çok daha belirgindir. Aykırı davranışlara ve suça yönelen gençlerin ve kadınların çoğunluğu bu tür hanelerden gelmektedir. Manevi değerlerini ve dini inançlarını yitirmemiş olmakla birlikte bu ailelerin özellikle gençleri hızla dini cemaatler dâhil toplumsal çevre denetiminin dışına çıkmaktadır. Bu kesim artık dini cemaatlerin altyapısnı oluşturan geleneksel muhafazakâr değerlerin ve ilişkilerini kalesi ve taşıyıcısı olma konum ve işlevlerini hızla yitirmektedir. Kırdan kente göç etmiş ve kentlerin çevresindeki mahalle ve semtlerde yaşayan ve Türkiye’nin siyasi coğrafyasında muhafazakârlığın altyapısnı oluşturan bu aileler artık be değerleri ön plana çıkartan toplumsal hareketler ve siyasi partilerin sağlam ve güvenilir kaleleri olmaktan çıkmaktadır. Çoğu zaman varoş olarak anılan kentsel mekânların toplumsal dokusu hızla değişmekte ve bu mekânların birincil özelliği mufahazakar dini cemaat çevreleri olmaktan çıkıp toplumsal istikrarsızlık, düzensizlik ve çözülme ortamlarına dönüşmektedir. Tekil bireyler üzerinde etkinliklerini sürdürseler bile dini cemaatler tüm aile ve mahalle bazında belirleyici ağırlıklarını hızla yitirmektedirler. Üçüncü grupta kriz koşullarında tasarruf yaparak da olsa temel ihtiyaçlarını karşılayabilen, aile bunlalımları ve krizlerinden uzak durmayı başarabilen ve üyeleri üzerindeki denetimlerini sürdürebilen aileler yer almaktadır. Bunların bir bölümü etraflarında gördükleri manevi ve ahlaki çöküntüye karşı daha dini ve muhafazakâr bir yaşamı benimseyerek kendilerini ve çocuklarını etraflarında gördükleri çöküntüden kourmaya çalışmaktadır. Diğer grup ise yoğun bir dindar hayata yönelmeksizin aile merkezli yaşamlarını sürdürmeye ve krizin yanısıra sosyal disorganizasyonun yarattığı sonuçlarlala başetmeye çalışmaktadır. Çevrede artan asayişsizlik, şiddet, soygunlar, kavgalar, mala ve cana yöenlik tehditler, güvensizlik ahlaki bozulmadan en çok bu kesim şikâyet etmektedir. Ne vark ki bu kesimde yer alanlar giderek toplumsal çözülme ve aykırılığa savrulan ailelerle aynı kentsel mekânları paylaşmak zorunda kalmaktadır. Varoş diye isimlendirilen bu kentsel mekanlar (periferi) yalnızca sosyo-ekonomik değil sosyal ve kültürel bakımdan da farklılaşmakta, parçalanmakta ve ayrışmaktadır. Mahallelerin tesanüdü büyük ölçüde bazulmaktadır. Bazı semtlerde düzensilik, asayişsizlik ve çözülme o semti karakterize eden hâkim unusur haline gelmektedir. Bu semt ve mahallelerde aileler ya iyice kendi içine kapanmakta ya da maddi güçleri elveriyorsa başka semtlere taşınmaktadır. Yakın zamana kadar dini topluluklar geleneksel bağlardan da (hemşerilik, akrabalık, komşuluk) güç alarak birey ve aile üzerinde ciddi bir toplumsal denetim sağlayabiliyorlardı. Ama geleneksel bağların zayıflaması sonucu dini topluluklar tutkal rolü oynamakta ve birey üzerindeki enformal denetim mekanizmalarını sürdürmekte giderek artan ölçüde zorlanmaktadır. Yerel ortamlarda biribirine zıt gibi duran iki eğilim göze çarpmaktadır. Bir yandan diğer destek ve dayanışma sistemlerinin zayıflaması dini cemaatlerin ve din temelli dayanışmanın tek seçenek haline gelmesine yol açmaktadır. Diğer yandan, işsizlik ve yoksulluğun etkisiyle toplumsal dayanışma ve toplumsal denetimin zayıflaması din temelli bağlar dâhil tüm karşılıklı destek sistemlerini ve enformal ilişki ağlarını da gevşetmekte, zayıflamakta ve çözmektedir. Dini ilişki ağları sosyal refaha yönelik yardımlaşma, manevi alanı güçlendirme ve din temelli ahlaki standartları sürdürme rolünü yerine getirmekte daha büyük güçlüklerle karşılaşmaktadır. Diğer bir deyişle artan yabancılaşma, yalnızlaşma ve sosyal bağlardan kopma sonucu bireyin toplumsal aykırılığa sürüklenmesi dini cemaatler tarafından da frenlenememektedir. Birey üzerinde aile ve geleneksel topluluk denetiminin azaldığı bir ortamda din de önemli bir güç kaybına uğramaktadır. Dini bağları ayakta tutan, bu bağların üzerine oturmakta olduğu muhafazakâr toplum zemini kaymaktadır. Bazı bireyler ve toplum kesimleri üzerindeki ağırlıklı konumunu sürdürmekle birlikte din şimdiye kadar kendisine büyük güç katan kültürel örtüşmeyi yani geleneksel denetim mekanizmalarının birey üzerinde oynadığı hizaya getirici desteği kaybetmektedir. Dini bağlılık ile toplumsal çözülme arasındaki ilişkinin ne gibi sonuçlara yol açacağı toplumsal olduğu kadar siyasi bakımdan da önemlidir. Orta sınıf toplumuİşsizlik ve yoksullaşma daha uzun sürer ve derinleşirse, bireylerin ve ailelerin alım gücü yükselmezse, orta sınıfın büyük kesimi için yaşam tamamen bir boğaz tokluğu mücadelesi haline gelebilir. Güçlü gelecek beklentisi olan ve geleceği konusunda iyimser olan bir toplum olabilmek ancak güçlü bir orta sınıfa sahip olmakla mümkün olur. Orta sınıf toplumu çocuklarının geleceğinin kendilerininkinden daha iyi olacağını ümit edebilen insanların toplumdur. Orta sınıf toplumunun temel değerleri imtiyaz değil liyakat, miras değil rekabet, rant değil çalışma ve başarıyı ön plana çıkartır. Orta sınıf toplumu yarınları düşünme ve planlama yeteneğine sahip bir toplumdur. Internet, gazete, sinema, yaz tatili, çocuğun müzik kursu, bu değerler ve düşünceleri ayakta tutabilmek için önemlidir. Türkiye orta sınıf toplumu olma yönünde atmış olduğu adımları koruyabilecek mi? İşsizlik ve yoksullaşmanın devam etmesi orta sınıf toplumu olma ideal, beklenti ve hayallerini giderek zayıflatmaktadır. Son sözİşsizlik ve yoksulluk günlük konuşma ve tartışmlaramızda dile getirdiklerimizin ötesinde büyük, derin ve sonuçlarını kolay kestiremediğimiz toplumsal sorunlar çıkartmaya devam etmektedir.Bu tartışmada ekonomik krizin üç önemli sonucunun altını çizdik; aşırı yoksulluk tehlikesi, kitlesel işsizlik ve yoksullaşma ve orta sınıfın küçülmesi sonucu orta sınıf ideallerinin zayıflaması.Oransal olarak az sayıda kimseyi ilgilendirse de aşırı yoksulluk sosyal ve ekonomik boyutların çok ötesinde düşünülmesi ve hızla ortadan kaldırılması gereken bir insanlık sorunudur. Kriz koşullarına rağmen Türkiye’nin ekonomik olanakları gerekli siyasi irade bulunduğu takdirde aşırı yoksulluğu mümkün olan en az düzeye indirmek için yeterlidir.İkincisi kitlesel işsizlik ve yoksullaşma milyonlarca insan için günlük yaşamı acı, eziyet ve huzursuzlıkla dolu bitmeyen bir dram haline getirmektedir. Köy, mahalle ve işyeri çevresi gibi küçük topluluklarda ve kentlerin günlük yaşamında toplumu bir arada tutan temel bağlar zayıflamakta hatta çözülmektedir. Sonuçların bireysel ve toplumsal olacağı kadar siyasal olacağı da kuşkusuzdur.Orta sınıfın küçülmesi ve zayıflaması geleceğe bakabilen ve geleceği planlayabilen vizyoner bir ortas sınıf toplumu olma hedefini ertlemekte hatta sarsmaktadır. Toplumsal kriz başlangıçta ekonomik krizden kaynaklanmış olsa da artık kendi dinamikleri ile işleyen farklı bir toplumsal olgu olarak karşımızda durmaktadır. Ekonomik kriz denetim altına alınmış ve bir ekonomik büyüme süreci başlamış olsa da toplumsal kriz devam etmekte hatta genişleyip derinleşmektedir. İşsizlik ve yoksulluğun ve özellikle işsizlik süresinin uzamasının sebep olduğu toplumsal krizi kendi başına ve öncelikli bir sorun olarak ele almak gerekmektedir. Ekonomi peşpeşe birkaç çeyrek dönemde büyümeye devam etse de ekonomi kendi başına toplumsal krizin üstesinden gelmek için yeterli olmayacaktır. İşsizlik, ve yoksullaşma süreçlerinin yarattığı toplum krizi görmemezlikten gelmek, ekonomi sayfalarında yer alan kuru istatistikler ve gazetelerin magazin sayfalarındaki sansasyonel haberlerle sınırlı tutmak toplumsal krizin yol açtığı sorunları çözme kapasitemizi artırmaz. Yakın gelecekte şayet daha demokratik, daha dinamik ve yarına bakan bir Türkiye görmek istiyorsak, sosyal sorunları günlük siyasi tartışma ve çekişmelerin dışında tutma veya bu sorunları marjinalleştirme üzerine kurulu siyasi kültürümüzü sorgulamamız ve köklü biçimde değiştirmemiz gerekir. İşsizlik ve yoksulluk gibi kitlesel sorunların ve giderek karmaşıklaşan toplumsal krizin üstesinden gelebilme hepsinden önce kapsamlı, çok yönlü ve sürekli bir tartışma ortamının varolmasını gerektirir. Enine boyuna, entellektüel, kamusal ve siyasal tartışma. Çünkü bu sorunlar büyük kitlesel sorunlardır ve bu nedenle tüm toplumu ilgilendirir. En geniş anlamda tüm toplum kesimlerinin ilgilenmesini ve karar oluşturma süreçlerine katılımını gerektirir. Aksi halde birikimli uzmanların önerileri ve ilgili kuruluşların girişimleri aylardır gördüğümüz gibi netice vermeyen iyi niyetli çabalar olmanın ötesine geçemez. - BİTTİ – 27.05.2010-01.06.2010 RADİKAL SENCER AYATA
Prof. Sencer Ayata (d. 13 Ağustos 1949, İstanbul) Türk Sosyoloji Profesörü ve Sosyal Demokrat düşünür.
Siyaset Bilim profesörü Ayşe Güneş Ayata'nın eşi, Dışişleri Bakanları'ndan Turan Güneş'in damadıdır.
1973 yılında ODTÜ'de Sosyal Bilimler alanında lisans derecesini aldı. Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji alanındaki doktorasını 1982 yılında University of Kent at Canterbury'de tamamladı. 1981 yılından itibaren ODTÜ Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 1997-2003 yılları arasında Sosyoloji Bölümü Başkanlığı görevini yürüttü. 2003-2010 yılları arasında ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olarak görev yaptı. ODTÜ'de Senato ve Üniversite Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde bulundu.
Harvard Üniversitesi, Oxford Üniversitesi, Manchester Üniversitesi ve Wissenschaftszentrum Berlin für Sozialforschung gibi dünyanın önde gelen kurumlarında misafir öğretim üyesi olarak bulundu.
Sosyal demokrasi, yeni orta sınıflar, kent kültürü, yerel yönetimler ve bilgi ekonomisi üzerinde görüşleriyle tanındı.
CHP'nin 2010 yılındaki 33. Olağan Kongresi'nde en yüksek ikinci oyu olarak Parti Meclisi'ne seçildi.
Prof. Sencer Ayata, eski ODTÜ Sosyoloji Bölümü Başkanı. Bu görevinin ardından EYlül 2009’da ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevine getirildi. Doktorasını University of Kent’te yaptı. “Ayşe tatile çıkıyor” şifresiyle Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlatan dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in damadı. Sencer Ayata’nın eşi de, ünlü şifrede adı kullanılan Prof. Dr. Ayşe Güneş Ayata. Eşinin kardeşi Hurşit Güneş ile birlikte hafta sonu yapılan kurultayda CHP PM’ye girmeyi başardı. Sosyal demokrat görüşleriyle tanınan Sencer Ayata’nın siyaset ve kent kültürü üzerine birçok çalışması var. “Kapitalizm ve Küçük Üreticilik”, “Sermaye Birikimi ve Toplumsal Değişim” adlı kitapları bulunuyor.