.

.








8 Mart 2009 Pazar

BİR TÜRK " UYGUR ANA "


UYGUR ANA

uygur sarayı TUVA



Tere Gölü, etrafı dağlarla çevrili 1300 rakımlı bir platoda yer alıyor. Kazı çalışmalarının rahat yürütülebilmesi için göl içindeki kaleye özel olarak yapılmış 1400 metre uzunluğundaki tahta köprüden ulaşılıyor.

Bozkırların en büyük imparatorluklarından birini kuran Göktürklerin yerini alan Uygurlar, yerleşikliğe geçme bakımından Türk tarihinde bir dönüm noktasını oluştururlar. Uygur kağanlarının en ünlüsü Moyun Çor zamanında bozkırda şehirler oluşmuş, tarım ve ticaret gelişmişti. Moyun Çor, başkent Karabalasagun dışında Tere Gölü içindeki bir adada yazlık saray da yaptırmıştı. Balçıktan yapıldığı için Por-Bajin (Toprak Kale) diye anılıyor.

UYGUR ANA

GERÇEK BİR ÜLKÜCÜ


.


.


.


DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU NEDİR?

01 Ekim 2009 tarihinde, Çin Büyükelçiliği önünde yapılan basın açıklamasının ardından Doğu Türkistan Davasına gönül vermiş gurup Genel Başkanlarımızın öncülüğünde Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilciliği’ ne gitmişlerdir. Burada da yapılan basın açıklamasının ardından, Doğu Türkistan’ ın İstiklali Platformu adına yazılan dilekçe Genel Başkanlarımız tarafından Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilciliği’ ne teslim edilmiştir.
Türk Hukuk Enstitüsü ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneğinin birlikte hazırlamış olduğu dilekçe, Doğu Türkistan’ın tarihçesi, uluslararası toplumdan beklentileri ve günümüzdeki sorunun ana hatlarını içermekte olduğundan, aşağıda ilgilenenlerin bilgilerine tam metin olarak sunulmaktadır.


“BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GENEL SEKRETERLİĞİ’ NE

SUNULMAK ÜZERE

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TÜRKİYE TEMSİLCİLİĞİ’ NE

ANKARA

Çin Hükümeti tarafından 1949 yılından itibaren işgal altında tutulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devleti ile ilgili ve bu devletin esaret altındaki sahipleri Türk Soyluların maruz bırakıldığı insan hakları ihlallerine ilişkin, bugüne kadar uluslararası platformda sorunun çözümünü sağlayacak gerekli çalışmalar layıkıyla yapılmamıştır. Evrensel barışı sağlamak, devletler ve milletler arasındaki sorunları evrensel hukuk kaidelerince çözmek, uluslar arasında güvenliği ve dayanışmayı sağlamak amacıyla kurulmuş Birleşmiş Milletlerin bu insanlık ayıbını ortadan kaldırmak için görevi gereği inceleme başlatıp, ilgili ve yetkili kurullarınca kararlar alıp, müdahale edeceğine olan inancımızı belirtmek isteriz. En son 26 Haziran 2009 günü Shaoguan’daki bir oyuncak fabrikasında Türk kızlarına sarkıntılık yapan Han Çinlilerinin çıkardıkları olaylarda 12 Türk’ ün katledilmesini protesto etmek için Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de onbinlerce Doğu Türkistanlı doğal hakları olarak protesto gösterisi düzenlemişlerdir. Amaçları, mecburi olarak çalıştırılmak üzere Çin’e götürülen Doğu Türkistanlıların uğradığı vahşeti protesto etmekti. Ancak Çin’in kanlı elleri bir daha devreye girerek, binlerce Doğu Türkistanlının ölümüne ve yaralanmasına sebep oldu. Aşağıda, Doğu Türkistan’ın tarihçesinden kısaca bahsettikten sonra, taleplerimiz ana başlıklar altında sunulmuş bulunmaktadır.

DOĞU TÜRKİSTAN’IN KISA TARİHÇESİ

Doğu Türkistan, tarihte birçok Türk Devletinin kurulduğu merkezdir. Tarihi kaynaklardan anlaşıldığına göre Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. IV. yüzyılda Doğu Türkistan’ da kurulup, gelişmiştir. Bilinen ilk Hun Tanrıkut’u Tümen (Teoman) ve onun oğlu Mete imparatorluğu bu topraklarda yönetmiştir. Büyük Hun İmparatorluğu’nun M.S. 216’da yıkılmasından sonra Doğu Türkistan’da sırasıyla Kangkıl (Kao-ch’e),Göktürk, Türgiş, Karluk ve Uygur Devletleri kurulmuştur. M.S. 840 yılında ise İslam Dinini ilk olarak kabul eden Türk Devleti Karahanlılar Doğu Türkistan’da kurulmuştur. Türkler, Karahanlılar döneminde ( 840 – 1212 ) büyük bir hızla Müslüman olmaya başlamıştır. Karahanlılardan sonra, yine Doğu Türkistan’da yine birer Türk Devletleri olan Çağataylılar, Timurlular, Seidiye Hanlığı, Kaşgariye Devleti ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti gibi devletler kurulmuştur. Çin Mançu İmparatorluğu tarafından işgal edilinceye kadar Doğu Türkistan’daki Türkler bağımsız olarak yaşamışlardır.

1755 yılında Çin Mançu işgalcileri Jungarlar arasındaki taht kavgalarını fırsat bilerek, 751’deki Talas Muharebesinden aldığı ağır yenilgiden yaklaşık binyıl sonra tekrar Türkistan topraklarına saldırdı ve 1757’de Doğu Türkistan’ın tamamını işgal altına aldı. Çin işgalinin başlamasıyla bölgede huzur ve güven kalmamıştır. Çin işgalden sonra bölge halkına inanılmaz baskı uygulamıştır. Korku rejimi kurularak insanlara zulüm ve işkenceler yapmaya başlamışlardır. Zulme ve esarete karşı duran Doğu Türkistanlı Türkler, zaman zaman Çin işgalcilerine karşı ayaklanmışlardır. Bütün ülke çapında başlatılan kurtuluş hareketi kısa zamanda meyvesini vermiş ve Yakup Han’ın liderliğinde 1865’te Kaşgariye Devleti ( 1865 – 1878 ) kurulmuştur. Fakat Çin ve Rus imparatorluklarının kıskacı altında kalan bu yeni Türk Devleti (Kaşgariye Devleti) Rusların desteğini alan Çin Mançu işgalci devleti tarafından 1878’de ikinci kez işgal edildi. İşte bu tarihten sonra Çinliler Doğu Türkistan’ da korkunç bir imha ve asimile hareketi başlatmıştır. Çinliler artık bu toprakların kendilerinin olduğunu zannederek 1884’te buraya Çince “yeni hudut” ya da “yeni kazanılmış toprak” anlamındaki “Xinjiang” (Batılılara göre Sinkiang) ismini vermişlerdir. Sonra bütün kasaba, şehir ve makam isimleri Çinceleştirilmiştir.

XX. Yüzyıl’ın başlarında Kumul’da başlayan Milli mücadele sonucunda 17 Kasım 1933’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulmuş. Ancak bu çiçeği burnunda olan yeni devlet Sovyet ordusunun sağladığı askeri destekle Şubat 1938’te Çinliler tarafından kanlı bir şekilde bastırılıyor. Doğu Türkistanlılar tekrar kurtuluş savaşı yaparak Kasım 1944’te Gulca’da Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni kurarlar. Ancak bu devlet de beş yıl sonra tekrar işgal edilmiştir. Nihayet 26 Eylül 1949’da Komünist Çin yönetimindeki Kızıl Ordu’nun Doğu Türkistan’a girmesiyle ortadan kaldırılır. 1955’te ise sözde “Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nin kurulmasıyla Doğu Türkistan tamamıyla Çin’ in sömürgesi haline gelir.

Fakat Doğu Türkistan halkı yaklaşık 60 yıllık işgal esnasında Çin’ e karşı mücadelesini devam etmiştir. 1950, 1953, 1958, 1962, 1965, 1968 yıllarında defalarca özgürlükleri için ayaklanmış, ancak kanlı bir şekilde bastırılmıştır. 1949’dan bugüne kadar Doğu Türkistan halkı Dünya kamuoyunun gözleri önünde ağır zulüm ve işkencecilere maruz kalmışlardır. 1953 yılında bütün Doğu Türkistan çapında Çinlilerin gayri insani uygulamalarına karşı genel bir ayaklanma olmuş. Komünist Çin ordularının Doğu Türkistan’daki ilk komutanı olarak bilinen, Doğu Türkistan cellâdı olarak da bilinen Wng-zhen “Devrim aleyhtarı unsurları yok etme” sloganı ile 250,000′ den fazla Doğu Türkistanlı Türkü öldürerek büyük bir soykırım yapmıştır. Çin bu soykırımı medeni bildiğimiz yüzyılın ikinci yarısında ve her türlü dünya medeniyetini koruma amaçlı kurulan Uluslararası Örgütlerin gözü önünde rahatça yapabilmiştir.

1955 yılında Hoten’ de Akçi ve Aksu’ da büyük çapta ayaklanmalar meydana geldi. Çin işgal ordusu silahsız halk üzerine ağır silahlarla ateş açarak yüzlerce Türk’ ü öldürdü. Binlerce kişi zindanlara atıldı, işkencelerle öldürüldü, binlerce kişi de ağır çalışma kamplarına sürüldü.

1962 yılında İli ve Çöçek bölgelerinde Çin işgalcilerine karşı gösteriler düzenlendi. Çin askerleri göstericilerin üzerine ateş açarak bu gösterileri kanlı şekilde bastırdı. Yaklaşık bir milyondan fazla Türk, bölgeden Kazakistan’ a ilticaya mecbur bırakıldı.

1967–1968 yılları arasında, Müslüman Türk Halkı tarafından kurtuluş mücadelesi vermek üzere kurulan 300′ den fazla örgüt ortaya çıkarıldı ve on binlerce mensubu kurşuna dizilerek öldürüldü.

1969 yılında Ahunoğlu Mecit liderliğindeki bir silahlı teşkilat, ayaklanma yapmak üzeriyken Çin yönetimine ispiyonlanmıştır. Bu teşkilatın bütün üyeleri de acımasızca kanla bastırılarak şehit edildi.

1970 yılında sözde Xinjiang Uygur Özerk Bölge Başkan Yardımcısı Eminoğlu’ nun da içinde bulunduğu 23 binden fazla “Gizli bir siyasi partinin” üyeleri ayaklanma arifesinde bastırıldı. Eminoğlu başta olmak üzere lider kadrosu idam edildi. Bu defaki bastırma harekâtında Merkezi Çin Yönetimi, Doğu Türkistan’ da ilçe derecesindeki yerleşim birimlerinin Çinli yetkililerine tarihin en barbar döneminde bile görülmeyecek bir anlayışla “idam cezası verme yetkisi” verdi. Binlerce vatansever Türk, Çinli vahşi devlet yetkilileri tarafından acımasızca öldürüldü, bir kısmı da çalışma kamplarına sürüldü.

1990 yılının Nisan ayında Kızılsu Oblastı’na bağlı Aktu Nahiyesi’nin Barın kasabasında vuku bulan ve yüzlerce mücahidin şahadeti ile son bulan ayaklanma, bu ülkede Müslüman Türkün asırlardır kökleşen milli ve dini inançlarının sökülüp atılamayacağına en iyi cevap olmuştur.
Şubat 1997 de Gulca’da meydana gelen olaylarda yüzlerce Müslüman Türk katledilmiş, yüzlercesi idam edilmiş ve binlerce kişi yargısız ve haksız şekilde tutuklanmıştır.
Günümüze kadar Doğu Türkistan’ da buna benzer kurtuluş ayaklanmaları ve olaylar defalarca meydana gelmiştir.

Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devleti ve halkına karşı Çin Hükümeti tarafından yapılan saldırılarla ilgili yaptığımız başvurumuzun temel olarak şu başlıklar altında incelenmesini ve gereğinin tez elden yapılmasını talep etmekteyiz.

1-) İŞGAL:

Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devleti 1949 yılından bu yana Çin Yönetiminin işgali altında bulunan bir devlettir ve bu devletin 24(yirmi dört) milyon nüfuslu halkı ise Müslüman Türk Soylu insanlardan müteşekkildir. Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devletini oluşturan Türk Soylu halk; Türk Milletinin birer parçası olan Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız, Tatar ve diğer Türk boylarından oluşmaktadır. İşgal altındaki Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devletinin toprakları tarih boyunca Türklere ait olmuştur. Hal böyle iken uluslararası örgütlerin en büyüğü ve varlık sebebi insanlığa onurlu bir yaşam sağlamak, oluşması muhtemel sorunların ve haksızlıkların barışçıl yollarla çözülmesine zemin hazırlamak olan Birleşmiş Milletlerin, Doğu Türkistan’ da yaşayan Türklerin işgal ve zulüm altında yaşamasına göz yumması düşünülemez bile. Birleşmiş Milletlerin ilgili ve yetkili kuruluşları tarafından bu hususun araştırılıp, tarihi gerçeklerin ve hali hazırdaki işgalin değerlendirileceği bir rapor hazırlanmasını; Doğu Türkistan Cumhuriyetinin işgal altından kurtulması ve Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna doğal üye bir devlet olarak kabul edilip, devletler nezdinde tanınması için gerekli girişimlerin İVEDİ başlatılmasını talep etmekteyiz.

2-) İNSAN HAKLARI İHLALİ:

Bölgede 1949 yılından beri yoğun bir şekilde, insan hakları ihlali suçu işlenmektedir. İnsan hakkı ihlallerinin çoğunun baskıcı kanunlardan ve Çin hükümetinin resmi politikasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Çin’ deki göstermelik ekonomik yapılanma, ülkenin siyasi yapısına yansımış değildir. Çin’in büyük bölümü dünyadan kopuktur. İnsan hakları kuruluşlarının bölgede açık bir şekilde faaliyet göstermesi yasaktır. Sosyal eylemler gereksizce ve insafsızca bastırılmaktadır. Çin hükümeti, “insan hakları” konusu gelince işbirliğinden adeta kaçmaktadır.
Binlerce rejim muhalifi insan hakları savunucuları, din adamları, sadece düşüncelerini
ifade ettikleri için, ceza evlerinde, askeri çalışma kamplarında, gayri sıhhi şartlar altında tutulmaktadır. Bu durum Uluslararası Af Örgütü raporlarında mevcuttur. Nitekim, Doğu Türkistan’da etnik gruplara mensup temel insan haklarının şiddetle bastırıldığı, çoğu zaman yargılanma olmaksızın tutuklandıkları, siyasi tutukluların ise uluslararası adalet standartlarından çok uzak yargılanmalar neticesinde uzun süre mahkum edildikleri, temerküz kamplarında orta çağdaki gibi kürek cezasına tabi tutuldukları, mahkumların toprak üstünde ya da bir parça saman üzerinde yatırıldıkları, hatta tuvalet ihtiyaçlarını bile yemek kaplarına yapmaya zorlandıkları ve her yıl yüzlerce Müslüman Türk’ ün stadyumlarda şova dönüştürülerek idam edildikleri, uluslararası kuruluşların raporlarında belirtilmektedir.Uluslararası Af Örgütü resmi raporuna göre komünist parti kontrolündeki “yargı” tek celsede ölüm kararı verebilmektedir. Doğu Türkistan’ da yoğun olarak uygulanan “ölüm cezası” ise halkı sindirmek için yaygın ve keyfi olarak infaz mangaları önünde geçekleştirilmektedir. Bu kararlar verilirken suçun tespiti cihetine gidilmemektedir.Keza, infazı gerçekleştirilen mahkûmların böbrek, kalp, kornea, göz gibi organları
satılmak üzere operasyonla alındıkları, cesetlerin ise oracıkta veya belli fırınlarda yakıldıkları görülmüş ve bu hususlar İnsan Hakları Örgütlerince yerinde tespit edilmiştir.Bugün tutuklu sayısı bir hayli artmıştır. Nisan 1996 – Aralık 1996 tarihleri arasında 58 bin olan tutuklu sayısının son zamanlarda 150 bine ulaştığı tahmin edilmektedir. Bütün hapishanelerin ve toplama kamplarının tamamen dolduğu, diğer tutukluların soğuk hava depolarına yerleştirildikleri öğrenilmiştir. Sağlıksız şartlarda bulunan tutuklular açlık ve soğuk nedeniyle ölüm tehlikesi ile karşı karşıya bulundukları belirtilmiştir. Çin’de “yaşam hakkı” hiçe sayılarak çiğnenmektedir. Ölüm cezası kabahat türü suçlara da uygulanmaktadır. Örneğin 1994 yılında iki köylü kendilerine ait 36 ineği devlet çiftliğinden çaldıkları için idam edilmişlerdir. Hatta 18 yaşın altında oldukları için idam cezaları tecil edilen gençlerin daha sonra idam edildikleri görülmektedir. Uluslararası Af Örgütü 1994 yılında Çin’ de 2780 ölüm cezası verildiğini, bunun 2050’sinin infazının gerçekleştirildiği tespit etmiştir. Bu sayı, bütün dünyada gerçekleştirilmiş infazın üç katıdır. 1995 yılının ilk altı ayı içinde tespit edilen infaz sayısı 1147′dir. Bunların dışında ayrıca Çin Güvenlik Mensupları toplu halde bulunan Müslüman Türk halkının üzerine keyfi ateş etmektedir. Örneğin 1990′da Barın mevkiinde camii de dua etmekte olan halkın üzerine binden fazla Çin güvenlik mensubu ateş açmış, yüze yakın insan öldürülmüştür. Bu yollarla ayrıca insanlık dışı uygulanan “organ nakli” amaçlanmaktadır. İnsan Hakları Örgütlerinin bu raporlarına göre, böbrek naklinin %90′ ı bu şekilde sağlanmaktadır. Bir böbreğin satışından yaklaşık 15 bin dolar elde edilmektedir.
İşte bütün bu ve benzeri olaylar, Doğu Türkistan huzursuzluğunun başlıca sebeplerindendir. 60 yıldır bu zulüm devam etmekte ve karşı mücadele yapılmaktadır. Birleşmiş Milletlerin ilgili ve yetkili kuruluşları tarafından bu vahim durumların araştırılıp, Çin yönetiminin insan hakları ihlallerinin gün yüzüne çıkartılmasını, gerekli önlemlerin ve yaptırım kararlarının alınmasını talep etmekteyiz.

3-) SOYKIRIM:

Komünist Çin ordularının Doğu Türkistan’daki ilk komutanı olarak bilinen ve Doğu Türkistan celladı olarak da bilinen Wng-zhen “Devrim aleyhtarı unsurları yok etmek” sloganı ile 250,000′ den fazla Doğu Türkistanlı Türkü 1952 yılında öldürerek büyük bir soykırım yapmıştır. Çin bu soykırımı medeni bildiğimiz yüzyılın ikinci yarısında ve her türlü dünya medeniyetini koruma amaçlı kurulan Uluslararası Örgütlerin gözü önünde rahatça yapabilmiştir. Bunun yanı sıra 1949 yılından itibaren değişik tarihlerde benzer katliamlar vuku bulmuştur.

Çin Yönetimi bir devlet politikası olarak Doğu Türkistanlı kadınlara zorunlu kürtaj uygulamaktadır. Belirlediği çocuk kotasının aşılması durumunda bebekleri anne karnındayken öldürmekte ve yapılan kürtajların sıhhi olmaması sebebiyle çoğu zaman anneleri de ölmektedir. Türklerin şehirde bir, köydeyse ikiden fazla çocuk sahibi olmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yasağa uymayanlar çok ağır ekonomik ve idari cezalara çarptırılmaktadır. Eğer kürtaj yapılmamışsa, hamile kadınların çocukları zorla karınlarından çıkarılarak katledilmektedir. Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesinin 2. maddesinde belirli etnik gruba yönelik olarak uygulanan doğum kontrolü soykırım tabirine girmektedir. Çin`in yaptığı açıkça bir soykırımdır. Birleşmiş Milletlerin yetkili ve ilgili kuruluşlarının bu vahşetleri araştırmalarını, hali hazırda devam eden bu vahşi saldırı ve uygulamaların bitirilmesi için Çin Yönetimi üzerinde gereken yaptırımların başlatılmasını talep etmekteyiz.

4-) ÇİNLİ GÖÇÜ VE ASİMİLE:

İşgalden sonra Doğu Türkistan Devleti topraklarına Çin Yönetimi tarafından düzenli olarak Çin vatandaşları yerleştirilmeye başlanmıştır. Böylelikle Doğu Türkistan’ da Türklerin nüfusuna eşit bir Çinli nüfus oluşturma politikası güdülmektedir. Buradaki amaç tarih boyunca Türklere ait olmuş Doğu Türkistan ülkesinin demografik yapısını değiştirip, bu ülkeyi Çin Devletine tamamıyla dâhil etmektir. 1949 yılında işgalden önce Doğu Türkistan sınırlarında % 4 civarında olan Çinli nüfus, bugün itibariyle % 50’ ye dayanmıştır. Bu uygulama medeni dünyanın kabul edemeyeceği büyük bir gasptır. Hatta Doğu Türkistan’ a yerleştirilen Çin vatandaşları, kendi ülkelerinden buraya zorla göç ettirilmektedirler. Bu ırkçı uygulamaya bağlı olarak Türklerin kendi şehirlerinde yaşamalarına müsaade edilmemekte, köy ve kasabalarda yaşamaya zorlanmaktadır. Çin Yönetimi aynı zamanda Doğu Türkistan halkını asimileye tabi tutarak, milli kimliği olan “Türk” ismini kullanmalarına, milli kültürlerini yaşamalarına izin vermemektedir. Birleşmiş Milletlerin yetkili ve ilgili kuruluşlarının bu hususu araştırmalarını, hali hazırda devam eden bu göçün durdurulmasını, asimile politikalarının ortadan kaldırılması için Çin Yönetimi üzerinde gereken yaptırımların başlatılmasını talep etmekteyiz.

5-) KADINLARA KÜRTAJ:

Doğu Türkistan topraklarında nüfus yapısına ilişkin olarak zorunlu doğum kontrolü ve toplu kürtaj uygulanmaktadır. Yürüttükleri iskân politikası ile “azınlık millet” durumuna düşürmeye çalıştıkları Türklerin şehirde bir, köydeyse ikiden fazla çocuk sahibi olmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yasağa uymayanlar çok ağır ekonomik ve idari cezalara çarptırılmaktadır. Özellikle kırsal kesimlerde yaşayan köylü kadınlar, hiçbir sağlık veya hijyen tedbiri alınmaksızın zorunlu bir toplu kürtaj operasyonuna tabi tutulmaktadır. Eğer kürtaj yapılmamışsa, hamile kadınların çocukları zorla karınlarından çıkarılarak katledilmektedir. Bu kural dışında doğan çocuklar, vatandaşlık hakkı, isim gibi insani haklardan yoksun bırakılmaktadırlar. Örneğin, 1991 yılında Hoten vilayetine bağlı Karakaş ilçesinde zorunlu olarak kürtaja tabi tutulan kadınların sayısı 18 bin 765’tir. Bu sayı; ilçedeki anne adaylarının %49’ unu teşkil etmektedir. Sincan gazetesinin 12 Eylül 1992 tarihli yayınına göre Doğumu Yasaklama Kanunu’ nu tam olarak uygulamak için hükümet tarafından bu ilçeye 432 kişilik Çinli memur kadrosu tayin edilmiştir.Yapılan kürtaj ve zorla kısırlaştırma uygulamaları yüzünden her yıl on binlerce kadın ve çocuk ölmekte; hamile kalan kadınların eşleri çalışıyorsa işten atılmakta ve bütün sosyal haklardan mahrum edilmektedir. Yine örnek birkaç olay aktarılacak olursak, 180 bin nüfusa sahip Çapçal nahiyesinde sadece 100 kadına doğum izni verilmiş, devlet dairelerinde çalışmakta olan 40 kişi, eşleri hamile kaldığı için işinden atılmıştır. 200 bin nüfusa sahip başka bir ilçede ise hamile kalan 35 bin kadının 686’sı zorla kürtaja tabi tutulmuş, direnen 993 kadının karnı yarılarak çocukları yok edilmiş; 10 bin 705 kadın zorla kısırlaştırılmıştır. Doğu Türkistan’ da zorunlu kürtaj politikası o kadar dramatik bir noktaya varmıştır ki, kaldırım kenarlarında yasa dışı doğduğu için ölüme terkedilmiş yeni doğmuş bebekler görmek mümkün hale gelmiştir. Birleşmiş Milletlerin ilgili ve yetkili kuruluşları tarafından bu vahşetin araştırılıp, gerekli önlemlerin ve yaptırım kararlarının alınmasını talep etmekteyiz.

6-) SELF-DETERMİNASYON HAKKI:

Halkların kendi geleceklerini belirleme(Self-determinasyon) hakkının kullanılmasının, bilhassa 1.Dünya Savaşı sonrasında çok görülen bir şekli olan, halkoyuna başvurma(plebisit) uygulamasının en son örneği, Doğu Timur’ da 30 Ağustos 1999’ da gerçekleştirildi. Birleşmiş Milletler gözetimi altında Endonezya Dışişleri Bakanı Ali ALATAS ile Portekiz Dışişleri Bakanı Jaime GAMA arasında 5 Mayıs 1999 tarihinde New York’ da imzalanan anlaşma uyarınca yapılan halkoylaması sonucunda, Doğu Timur halkı mevcut Endonezya yönetimini reddederek, kullanılan oyların % 78,5’ i ile bağımsızlık kararı aldı.

Görüldüğü gibi Doğu Timur sorunu, dünya gündeminde 1975 yılından itibaren yerini almıştır. Halbuki, Doğu Türkistan sorunu uzun süredir hakkaniyetli bir çözüm bulunması ve Doğu Türkistan halkının kendi geleceğini belirleme hakkının tanınması için beklemektedir. Bu iki bölge ile ilgili veriler karşılaştırıldığında açıkça görüleceği üzere, hiçbir zaman bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmamış bir bölgeye kendi geleceklerini belirleme hakkı tanınırken, Doğu Türkistan için bu hak söz konusu bile edilmemektedir.

Sonuç olarak, gerçek bir dünya barışına ulaşmak ve bu da sürdürülmek isteniyor ise, Doğu Timur ve Doğu Türkistan sorunlarında olduğu gibi çifte standartlı uygulamalardan kaçınılmalıdır. Bu tür uygulamalar, halkların, Birleşmiş Milletlerin barışçı bir dünya oluşturma gayesiyle hareket ettiğine olan inançlarını kaybetmesine neden olacaktır ve mevcut dünya barışını da tehdit edecektir. Ayrıca şu da bilinmelidir ki, Çin’ in Doğu Türkistan halkına karşı tutumu da sorunun bir an önce çözümlenmesi ihtiyacını şiddetlendirmektedir. Birleşmiş Milletlerin yetkili organlarınca bir an önce Doğu Türkistan’ın gerçek sahipleri olan Türk soylulara Self Determinasyon hakkının sağlanması için gerekli girişimlere geçilmesini talep etmekteyiz. Ancak bu girişimlerde bulunurken Doğu Türkistan topraklarına sonradan göç ettirilen Çinlilerin bulunduğunu göz ardı etmeyip, yapılacak halk oylamasına ancak ve ancak bu ülkenin gerçek sahipleri olan Türk Soyluların katılması gerektiği kararının alınması gerekmektedir. Doğu Türkistan’ a göç ettirilip, yerleştirilen Türk Soylu olmayan insanların bu oylamaya katılmaları evrensel adalet ilkelerine ters düşer. Çin yönetimi tarafından zorla göç ettirilen Türk Soylu olmayan insanların anavatanlarına gönderilmeleri çalışmalarına başlanılmalıdır. İşgal politikası gereğince oluşturulan, “göçe” meşruiyet kazandırma çabasına Birleşmiş Milletler göz yummamalı.

7-) DOĞU TÜRKİSTAN’ DAKİ İDARECİLERİN ÇİNLİ OLMASI:

İşgal altında bulunan Doğu Türkistan halkı Pekin’ den atanan idareciler tarafından yönetilmektedir. Bu yöneticiler ise Uygur Türklerinin sorunlarını ve ihtiyaçlarını giderme anlayışıyla hareket etmemektedirler, ülkenin yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin Çin’ e taşınması politikasına göre davranmaktadırlar. Yani bu idareciler işgal edilen bir ülkeye atanan ve emperyal zihniyete göre bölgede görev yapan Çinli veya işbirlikçi memurlardır. Doğu Türkistan’daki devlet dairelerinde memurların büyük çoğunluğunu Çinliler oluşturmaktadır. Çin Parlamentosu’na ise, çok az sayıdaki Türk, komünist partinin direktifleri doğrultusunda demokratik olmayan usullerle adeta atanmaktadır. Bu hususun da araştırılıp, Doğu Türkistan’ın gerçek sahipleri olan Türk soyluların menfaati ölçüsünde gerekli çalışmaların başlatılmasını talep etmekteyiz.

8-) EKONOMİK SEFALET VE ÇALIŞMA HÜRRİYETİ:

Doğu Türkistan’ da yaşayanlar için çalışma ve iktisadi hayat da takdir edileceği üzere Çin yönetimi tarafından oldukça kısıtlanmış durumdadır. İş mevzuatı için Çin yönetimi tarafından çok ayrıntılı ve kısıtlayıcı hükümler konmakta, iktisadi hayatın düzenlenmesi esnasında da yine ayrımcılık gözetilmektedir. Örneğin, Urumçi’ de geleneksel kıyafetler üreten veya satan girişimciler aşağılamalar ve tacizlerle karşılaşabilmekte, hatta iş yerlerini kapatmak zorunda kalabilmektedir. Doğu Türkistan’ da devlet dairelerinde çalışan memurların büyük çoğunluğunu Çinliler oluşturmaktadır. Bunun dışında Doğu Türkistan halkının genel gelir seviyesiyle ilgili elimizdeki veriler Çin kaynaklı olduğundan güvenilirlikleri tartışılır. Zira bölgede ödenen maaşlar ve bankalarda biriktirilmiş tasarruflar Çin’dekinden daha yüksek gözükmektedir, ancak bu gelirlerin bölgedeki Türkistanlılara değil, Çinlilere ait olduğunu unutmamak gerekmektedir. Nitekim, Doğu Türkistan mahalli hükümetinin Kasım 2001 tarihinde yayımladığı bir raporunda da, Doğu Türkistan’da kişi başına düşen milli gelir 100 dolarken, yine Doğu Türkistan’daki bir Çinlinin yıllık geliri bir Türk’ün gelirinin 3,6 kat fazlası, yani 360 dolardır. Ayrıca Doğu Türkistan’da yaşayan Çinlilerin işsizlik sorunu yoktur. Oysa aynı bölgede yaşayan Türklerin %90’ ı işsizlikle mücadele etmektedir. Doğu Türkistan’ ın verimli arazileri yok edilerek Çinli yerleşimcilere yeni yaşam alanları açılırken, 2004 yılında Urumçi’ de 40 bin aile yaşayacak bir yer bulamamaktadır. Türlü yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip olmalarına rağmen Çarekilik, Çerçen, Niye, Hoten, Yarkent, Kaşgar gibi illerde kıtlık yaşandığı ve bu sebepten Hoten şehri civarında yaşayan 1700 Türk ailenin Taklamakan Çölü’nün kumlarında yatmak zorunda kaldığı, 2001 yılında bu yöreye gönderilen Doğu Türkistan Halkla İlişkiler Dairesi yetkilileri tarafından bizzat tespit edilmiştir.
Doğu Türkistan, yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla dünyanın en zengin ülkelerinden biri olsa da, halkı şu anda dünyada en çok sefalet çeken halklar arasındadır. İpek yolu ticaretinin sürdüğü yıllarda refah ve kültür seviyesi ile medeniyetinin zirvesinde olan Doğu Türkistan halkı, işlenmeyi bekleyen veya Çin tarafından el konulan tonlarca kaynağı ile eski günlerini özlemle anmaktadır.
2003 tarihli resmi Çin kayıtlarına göre, Doğu Türkistan’ın yıllık GSYİH 187 milyar RMB (yaklaşık 23 milyar dolar) olarak görünmektedir ve bu sayı 2004 yılında 220 milyar RMB’ ye yükselmiştir. Fakat refah seviyesindeki artış, Doğu Türkistan’ın Müslüman Türk halkı için geçerli değildir. Zira Çin yönetimi, sanayi kuruluşları ve petrol tesislerinde bölge dışından getirerek ülkeye yerleştirdikleri Çinlileri çalıştırmaktadır. Dolayısıyla, Müslüman halk arasında açlık sınırında yaşayan kesimin oranı %80’lere dayanırken, kimi bölgelerde Müslüman halkın yıllık geliri 45–50 dolara kadar düşmektedir. Birleşmiş Milletlerin ilgili ve yetkili kuruluşları tarafından bu vahim durumun araştırılıp, gerekli önlemlerin ve yaptırım kararlarının alınmasını talep etmekteyiz.

9-) DOĞU TÜRKİSTAN’ DA DİNİ HÜRRİYETİN KISITLANMASI:

Çin yönetimince 1978 yılına kadar “Din” afyon olarak nitelendirilmekteydi ve dini faaliyetlerin özgürce yapılması kısıtlanmıştır. Hâlbuki “İnsan Hakları Beyannamesi”nin 9. maddesinde “her insanın düşünce, vicdan ve din hürriyetine sahip olduğu” belirtilmiştir. İnsan Hakları Beyannamesi, BM Irk Ayrımcılığı Sözleşmesi ve benzeri uluslararası anlaşmaları hiçe sayan Kızıl Çin yönetimi; din’ i sistem içinde kontrol altına almakla kalmamış, ulusal birliği tehdit ettiği gibi gülünç bir gerekçeyle komünist dikta sisteminin devamı için “Din” i yok etmeyi hedeflemiştir. 1982 Çin yeni anayasasının 13. maddesinde “Her Çin vatandaşı kendi inanç hürriyetine sahiptir” diye belirtilmiş olmasına rağmen anayasa ihlali yapılmaktadır. Bu anlayışa bağlı olarak Doğu Türkistan’ da yaşayan Müslüman Uygur Türklerine camide cemaat halinde ibadet etmemeleri, uzun dua okumamaları, Kutsal Kitap’taki bazı ayetleri okumamaları gibi kısıtlamalar getirilmiş; memurların, işçilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadet yapmaları, oruç tutmaları, dini bayramları kutlamaları yasaklanmıştır. İbadet yaptığı tespit edilenler işten atılmakta, gözetim altında tutulmakta veya para cezalarına çarptırılmaktadır. Kadınların, kızların dini ibadet yapmalarına, 18 yaşından küçüklerin dini kurs ve eğitim görmelerine ve camilere girmelerine, ibadet yapmalarına yasak getirilmiş; isteyen özel şahısların dini okul veya kurs açmaları men edilmiştir. Öğrencilerin dini kurs ve okullarda okumaları yasaklanmıştır. Hatta dini eğitim aldıkları veya ibadet yaptıkları tespit edildiğinde cezalandırılacağı ve bununla da kalınmayıp öğrenciler, okul müdürü, sınıf sorumlusu ile anne ve babası hakkında adli soruşturma açılacağı resmi belgelerle ifade edilmektedir. Tüm bu kısıtlamalara uymayanlar suç işlemiş sayılmakta ve cezalandırılmaktadır veya işten atılmaktadır. Dini hayatını yaşamakta ısrar edenler olursa bunların dosyaları, ÇHC Güvenliği Koruma Yasalarına göre güvenlik kuvvetlerine gönderilip, tutuklanmaktadırlar. Kutsal Kitap dâhil binlerce dini eser “Geçmişin Çöpleri” denilerek yasaklanmıştır. Vakıf mallarına el konulmuştur. Öğrencileri dinsizlik prensiplerini öğrenmeye zorlamışlardır. Doğu Türkistan’ da 29 binden fazla camiyi ya askeri binalara ya da ahırlara çevirmişlerdir. Camilerdeki 54 binden fazla imamı tutuklayıp, işkence etmişlerdir. Onları pis ve eza veren işlerde çalıştırmışlardır.(Lağım ya da domuz yetiştiriciliği gibi)
Doğu Türkistan’daki durum Filistin, Keşmir ve Çeçenistan’ da olduğundan çok daha kötü ve korkunçtur. Dünya kamuoyu bu ülkelerde yaşanan vahşeti anında öğrenebiliyorlar. Ancak Doğu Türkistan’ da yaşanan insanlık ayıpları, Çin hükümetinin dikta yönetimi yüzünden layıkıyla dünyaya duyurulamamaktadır. Birleşmiş Milletlerin ilgili ve yetkili kuruluşları tarafından bu insanlık dışı durumun araştırılıp, gerekli önlemlerin ve yaptırım kararlarının alınmasını talep etmekteyiz.

10-EĞİTİM SORUNLARI ve UYGUR TÜRK LEHÇESİNİN YASAKLANMASI:

Her ne kadar Çin hükümeti Birleşmiş Milletler’ e “eğitim hakkı”na dair garantiler vermiş, azınlık dillerinin sistemleştirilmesi ve azınlık okullarının idare hakkı elde etmesiyle ilgili çalışmaları olduğunu belirtmişse de; Doğu Türkistan söz konusu olduğunda hükümetin sözleriyle uygulaması arasında tam bir tezat yaşanmaktadır. Üstelik eğitim konusunda resmi Çin rakamları gerçeği yansıtmamaktadır. Daha önce de değinildiği gibi, Doğu Türkistan halkına Çinlilerle aynı imkânlar verilmemektedir. Türk okullarının çoğunun donanımı oldukça zayıf durumdadır; öyle ki, bazı Türk okullarında öğrencilerin çıplak zeminin üzerinde yazıp okudukları bildirilmektedir.
Asimile olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış bir halkın uzun vadeli en iyi mücadele yöntemi, yeni nesillerin iyi bir eğitimden geçmesidir. Dolayısıyla bu durumun farkında olan Çin yönetimi, böylesi bir mücadeleyi en başından engellemek için Doğu Türkistan halkının kaliteli eğitim alma yollarını neredeyse tamamen kapamıştır. Eğitime ayrılan ödenek kısılmakta, başka ülkelerde okumak isteyen gençlerin önüne birçok engel çıkarılmaktadır.
Eğitim alanında muazzam boyutlarda bir eşitsizliğin yaşandığı anlaşılmaktadır. Okullarda eğitim görme şansı, Çinli göçmenlerin gençlerine nispeten Doğu Türkistan gençlerinde oldukça düşüktür. Dinine, milliyetine veya bağımsızlık isteğine istinaden söylediği herhangi bir sözden dolayı Doğu Türkistanlı bir öğrenci okuldan atılabilir, dövülebilir, işkence görebilir ya da hapsedilebilir.
Dil konusunda ise göze çarpan ilk değişiklik, bizatihi Doğu Türkistan topraklarının isimlendirilişidir. Doğu Türkistan 1949 yılında kesin olarak işgal edildiğinde ismi “yeni sınırlar”, “yeni sömürge” anlamına gelen “Sincan” ile değiştirilmiştir. Doğu Türkistan halkı bu ismi hiçbir zaman kabullenmemiş olsa da, Çin yönetimince kullanmaya mecbur bırakılmaktadır. .Günümüzde Doğu Türkistan’daki bütün yayınların sadece %16’sı Türkçedir. İşgalden sonra 1958 yılına kadar Çince, okullarda yabancı dil olarak okutulduysa da, Çince eğitim daha sonra zorunlu kılınmıştır. Eylül 2003’ ten sonra bölgede Uygur Türk lehçesinde eğitim veren bütün anaokulu, ortaokul ve liseler kapatılmaya başlanmış; bu okullar Çince eğitim veren okullarla birleştirilmiş, Türk öğretmenlere Çince ders verme mecburiyeti getirilmiş, Çince bilmeyen öğretmenler işten atılmış.
Daha önce de ifade edildiği gibi Doğu Türkistan’da bağımsız bir yayın organı ve özgür bir medya ortamından bahsetmek söz konusu değildir. Halen yayımlanmakta olan birkaç süreli yayın olsa da, daha önce pek çok gazete ve benzeri süreli yayın siyasi nedenlerle kapatılmıştır. Birleşmiş Milletlerin ilgili ve yetkili kuruluşları tarafından bu tür kültürel baskıların araştırılıp, gerekli önlemlerin ve yaptırım kararlarının alınmasını talep etmekteyiz.

11-) NÜKLEER DENEMELER:

Çin’in en büyük nükleer merkezi ve deneme alanı, Doğu Türkistan’ın Taklamakan Çölü’ndeki Lop-Nor Gölü civarında bulunmaktadır. Ayrıca Çin’in “Nükleer Füze Üssü”nün de bu bölgede olduğunu Quick dergisi 1988 yılında açıklamıştır. 16 Ekim 1964’ten 1997’ye kadar hiçbir koruyucu tedbir alınmadan 11’i yeraltında olmak üzere 46 nükleer deneme yapılmıştır. Bu denemelerin üzücü sonuçları halen kendisini göstermektedir.Her ne kadar ayrıntılar kamuoyuna tam olarak yansımasa da, bu patlamalarda kullanılan bombaların şiddetli TNT ihtiva ettiği ve tesir gücünün oldukça yüksek olduğu bilinmektedir. Örneğin, 1984’ teki bir patlamanın Richter ölçeğine göre 6,8 şiddetinde bir yer sarsıntısına neden olduğu İsveçli bilim adamları tarafından tespit edilmiştir. Stockholm’ deki yetkililer, patlatılan bombanın Hiroşima’ ya atılan bombadan 6 ila 8 kat daha güçlü olduğunu açıklamışlardır. Bu patlamadan sonra tarihi kent Kaşgar’da yapılan bir araştırmada 5 bin kadar gencin yaklaşık aynı zamanlarda kör veya felç olduğu ortaya çıkmıştır. Benzer bir iddia, 17 Ağustos 1995 tarihinde Lopnor’ da gerçekleştirilen bir nükleer deneme esnasında patlatılan bomba için de ileri sürülmektedir; buna göre söz konusu patlama, yine Hiroşima’ ya atılan bombadan 10 kat daha güçlüdür.

Nükleer denemelerin yarattığı bozukluklar, insan sağlığı yanı sıra ekolojik dengeyi de olumsuz yönde etkilemektedir ki, bu da insan nesline karşı daha uzun süreli bir tehdit unsurudur. Halk çeşitli hastalıklara yakalanmakta, çocuklar sakat doğmakta veya ölmektedir. Ayrıca çevre kirlenmekte, ekolojik denge altüst olmakta, ürünler zarar görmektedir. Bütün bu süreç herkesin gözü önünde yaşandığı halde konuya ilişkin hiçbir tedbir alınmamaktadır. Sebze ve meyve çeşitlerinde azalmalar ve radyoaktif etkiler görülmektedir. Nitekim, Batı ülkelerinin Çin’ den ithal ettikleri Doğu Türkistan menşeli kuru yemişlerde radyasyon tespit etmeleri üzerine Doğu Türkistan kaynaklı ürünlerin ithalini yasaklamaları bunun bir kanıtıdır. Bütün bunların üstüne, Çin hükümeti diğer ülkelerin nükleer atıklarını ve çöplerini almayı ekonomik fayda getireceği düşüncesiyle anlaşmalarla kabul etmiştir. Bu atıkları Doğu Türkistan topraklarında depolamışlardır.Uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarına göre atom ve termo-nükleer bombaların kullanımı sonucunda yaklaşık 210 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Urumçi Radyosu’nun 1988 yılında yaptığı bir yayında, nükleer denemelerin etkisiyle sarılık, deri kanseri gibi hastalıklara yakalanan 122 bin kişinin %54’ ünün öldüğü resmen açıklanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ nün verilerine göreyse 1975–1985 yılları arasında lösemi vakalarının oranı %7 artmış ve nüfusun %10’ u kanserle savaşmak zorunda kalmıştır. Örgütün 1988 tarihli raporunda Hoten, Yarkent ve Kaşgar şehirlerinde 3961 kişinin tanımlanamayan salgın hastalıklara yakalandığı belirtilmektedir. Sovyet Nükleer Bakteriyolojik Silah Programı’nda görev alan Ken Alibek’ in, ABD’ye kaçtıktan sonra 1992 yılında yayımladığı “Biohazard” kitabında, Bostun Gölü yakınındaki Malan’ da Çinlilerin gizli nükleer üslerinin olduğu açıklanmaktadır. Buna göre, Türk ve Moğolların yerleşim bölgesine 10 km uzaklıktaki bu bölgede Ebola ve Marburg bakterileri bulunmaktadır ki, bu da Çin’in 1980’lerde bakteriyolojik silah geliştirmiş olduğuna işaret etmektedir. Birleşmiş Milletlerin ilgili ve yetkili kuruluşları tarafından bu vahim durumun araştırılıp, gerekli önlemlerin ve yaptırım kararlarının alınmasını talep etmekteyiz.

12-) DOĞU TÜRKİSTAN’ IN SÖMÜRÜLMESİ:

Doğu Türkistan, tüm yeraltı zenginliklerine ve bereketli topraklarına rağmen, şu anda Çin’ in en fakir bölgelerinden biridir. Bu çelişki, Çin ekonomisinin temel hammadde sağlayıcısının Doğu Türkistan olduğu göz önünde bulundurulduğunda biraz daha anlaşılır bir hal almaktadır. Doğu Türkistan’ın uranyum, doğal gaz, petrol, altın gibi madenleri Çin’e transfer edilmekte ve bu doğal kaynakların kullanımı her yönüyle merkezi yönetimin denetimi altında tutulmaktadır. Bu kaynakların gerçek sahibi olan Doğu Türkistanlıların ise “ne kadar üretim yapıldığı, kar paylarının ne olduğu” gibi konularda bilgi edinmeleri dahi mümkün değildir.Doğu Türkistan’ın doğal kaynaklarının Çin için ne kadar hayati bir değer taşıdığını görmek için istatistiksel rakamlara kısaca göz atmak yeterlidir. Örneğin 1989 yılının ilk çeyreğinde Doğu Türkistan, Çin’ e 7.68 milyon varil ham petrol, 906 milyon ton kömür, 444 milyon ton da işlenmemiş tuz göndermiştir. 1993 yılında ise Doğu Türkistan’ da 10,4 milyon varil ham petrol çıkarılmış, ancak karın tamamı Çin hükümetine gitmiştir. Çin, kendi ekonomisi için Doğu Türkistan’ın kaynaklarını sömürmekte, Müslüman Türk halkını ise fakirliğe ve açlığa mahkûm etmektedir.
Ekonomik baskı, Çin’ in Doğu Türkistan’ da uyguladığı soykırımın çok önemli bir parçasıdır. Bugün Doğu Türkistan halkının büyük kısmı fakirlik içerisinde yaşamakta, %80′ inden fazlası da açlık sınırının altında hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadır. Bununla birlikte eğitim alanında sistemli olarak uygulanan ayrımcı politikalar nedeniyle Müslüman Türkler, kendilerini yetiştirip daha iyi iş imkânları bulmaktan mahrum edilmektedir.

Doğu Türkistan’ da iş sahalarının hemen hepsinin Çinlilerin elinde bulunması nedeniyle, Türk Soylular işsizlik sorunuyla mücadele etmektedir. Buna rağmen hükümet bu bölgelerde çalışmak üzere Çin’ in batısından sürekli Çinli transferi yapmaktadır. Bu şekilde, bir yandan bölgedeki nüfus dengesi Çin lehine bozulmaya çalışılırken, bir yandan da Doğu Türkistan ekonomisi denetim altında tutulmaktadır. Bu konudaki rakamlar da, Çin’ in baskıcı politikasını göstermesi açısından son derece dikkat çekicidir: Urumçi’ deki endüstriyel işçilerin sadece 200 bini Türktür, geri kalanı ise Çinli’dir. Urumçi yakınında bulunan büyük bir tekstil fabrikasında çalışanların sadece %10′ u Türk’ tür. Kaşgar yakınlarında bulunan ve 12 bin kişi çalıştıran bir fabrikada Türk işçi sayısı sadece 800′ dür. Urumçi yakınındaki bir başka fabrikada 2.100 işçi çalışmaktadır, ancak bunların sadece 13 tanesi Türk’ tür. 1986′ da Poskam’ da yeni bir petrol rafineri tesisi kurulmuştur, burada çalışan 2.200 kişinin hepsi Çinli’ dir. Aynı şekilde 1989′dan itibaren, özellikle Tarım Ovası’nda petrol aramak için gelen yeni şirketlerin sayısı hızla artmış, ne var ki bu bölgede çalışan 20 bin işçinin neredeyse hepsi Çinli nüfus arasından seçilmiştir. Doğu Türkistan halkına karşı uygulanan bu ayrımcı politika o derece ileri gitmiştir ki, bölgenin tarihi, kültürü ve medeniyeti hakkında hiçbir bilgisi olmayan Çinliler turist rehberliği görevini üstlenmeye başlamıştır. Üstelik bu şekilde bölgeye gelen yabancılara bilgi akışı da Çin denetimi altında gerçekleştirilmekte, bir anlamda Doğu Türkistan Müslümanlarının seslerini dünyaya duyurmaları engellenmektedir. Öte yandan geçimini tarımdan sağlayan Müslüman Türk halkı, Kızıl Çin’ in yeni kanunları nedeniyle daha fazla vergi ödemek zorunda bırakılmaktadır. Bazı bölgelerde çiftçiler ürünlerini yarı fiyatına devlete satmaya mecbur bırakılmakta, Çinli çiftçilerin ürünleri ise daha yüksek fiyattan alınmaktadır. Bazı Müslüman çiftçilere toprakları zorla sattırılmakta ve onlar da Doğu Türkistan’ ın işsizler ve fakirler ordusuna katılmaya mahkûm edilmektedir. Tüm bunların yanı sıra sadece Doğu Türkistan Müslümanlarına mahsus “haşer” olarak adlandırılan ücretsiz mecburi hizmet, zaten fakir olan çiftçileri daha da zorlamaktadır. Bu adaletsiz sisteme göre Doğu Türkistanlı her Müslüman Türk, yılın bir veya bir buçuk ayını Komünist Parti’nin kendisine vermiş olduğu mecburi bir işi, ücret almadan yerine getirmek zorundadır. Ama Çinliler, kanunda belirtilen müddete aykırı olarak, başta çiftçiler olmak üzere halkı yılda 5–6 ay arasında ücret ödemeden mecburi işlerde çalıştırmaktadırlar. Zamanlarının çoğunu kendi memleketlerinde bir esir gibi çalışmakla geçiren Türk çiftçiler, varlık içinde yokluk yaşamaktadırlar. Birleşmiş Milletlerin yetkili ve ilgili kuruluşlarının bu hususu araştırmalarını, hali hazırda devam eden bu insanlık ayıbı sömürünün ortadan kaldırılması için Çin Yönetimi üzerinde gereken yaptırımların başlatılmasını talep etmekteyiz.

13-) ÇİN HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN YARGILANMASI:

1949 yılından bu yana devam eden işgalde Doğu Türkistan’ da yaşayan Türk Soylu insanlara karşı yukarıda çok az bir kısmına değinebildiğimiz insanlık suçlarını işleyen ve anılan tarihten itibaren görev yapmış Çin Hükümet Yetkililerinin yakalanıp, Birleşmiş Milletler nezdinde oluşturulacak Savaş Suçları Mahkemesinde yargılanmasını talep etmekteyiz. Doğu Türkistan Cumhuriyeti işgal altına alınmış bir devlettir. 1949 yılından bu yana birçok defa kurtuluş için ayaklanma girişiminde bulunmuş Türkler her defasında kanlı bir şekilde bastırılmış, onbinlerce direnişçi hayatını kaybetmiş, onbinlercesi tutuklanmıştır. Tutuklu Türkler terörist muamelesine tabi tutulmuş ve en ağır şartlar altında hapishanelerde tutulup, akla gelmeyecek işkencelere maruz bırakılmıştır. Hatta sivil halk bu direniş bahane edilerek insan hakları ihlallerine maruz bırakılmıştır. Oysa bütün bunlar savaş hukukunu ilgilendiren uluslararası bir meseledir. En başta hapishanede tutuklu bulunanlar tutuklu terörist değil, savaş esiridirler ve sivil halk ise işgal altında tutulan bir devletin vatandaşıdırlar. Çin hükümeti savaş esirlerine ve işgal altında tuttuğu devletin vatandaşlarına Cenevre Sözleşmesine ve diğer uluslararası anlaşmalara riayet ederek davranmak zorundadır. Ancak görüldüğü gibi savaş kurallarına olağanüstü şekilde uymamaktadırlar.

14-) DOĞU TÜRKİSTAN’DA 5 TEMMUZ 2009 TARİHİYLE BAŞLAYAN KATLİAM:

Urumçi’de 5 Temmuz 2009 günü yapılan protesto gösterisinde çıkan olaylarda binlerce Doğu Türkistanlı şehit edildi. 26 Haziran 2009 günü Shaoguan’daki bir oyuncak fabrikasında Türk kızlarına sarkıntılık yapan Han Çinlilerinin çıkardıkları olaylarda 12 Türk’ ün katledilmesini protesto etmek için Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de onbinlerce Doğu Türkistanlı doğal hakları olarak protesto gösterisi düzenledi. Pazar günü saat 14.30’ da Halk Meydanında toplananların çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşuyordu. Amaçları mecburi olarak çalıştırılmak üzere Çin’e götürülen Doğu Türkistanlıların uğradığı vahşeti protesto etmekti. Ancak Çin’in kanlı elleri bir daha devreye girerek, binlerce Doğu Türkistanlının ölümüne ve yaralanmasına sebep oldu. Yaşanan vahşeti ve Doğu Türkistanlıların katledilmesini protesto için düzenlenen gösteriler, Çin güvenlik güçlerince ağır şekilde bastırılmak istendi. Çin Yetkilileri bununla da kalmayıp sivil Han Çinlilerinden müteşekkil çeteler oluşturmuştur ve bunları Türklerin üzerine saldırtmıştır. Arkalarına Çin hükümetinin asker ve polis gücünü alan sivil Çinli çeteler, ellerinde silah, kesici alet ve sopalarla, Türk mahallelerine saldırtılmış ve büyük bir katliamı başlatmış durumdalar. Dünyaya kapattığı Doğu Türkistan’da halkın hak arayışına izin vermeyen Çin, bu tutumu ile vahşi yüzünü bir daha ortaya koydu ve kendi halkları olarak iddia ettiği iki kesimden biri olan Han Çinlilerini, Türklere katliam yapması için kışkırtmaktadır. Gösteri için toplanan onbinlerce kişi üzerine asker tarafından doğrudan ateş açılarak katliam yapılmıştır. Halka gözdağı vermek maksadı ile bu kadar kanlı bir müdahaleye girişen Çin hükümeti bundan sonra da Doğu Türkistan’ da terör estirecektir. Bu olaylar akabinde dünya, Doğu Türkistan’ da geçmişte olduğu gibi stadyumlarda binlerce kişinin idamına şahit olabilecektir. Çin’in bu gelişmeleri kullanarak tüm Doğu Türkistan halkı üzerinde bir baskı oluşturacağını söyleyebiliriz. Nitekim olayların hemen ardından Urumçi’de geniş çaplı operasyonlar başlamış, binlerce kişi gözaltına alınmıştır.

Haber ajanslarının Çin kaynaklarına dayanarak verdikleri haberlere göre 140 olan ölü sayısının gerçekte çok daha yüksek, binlerce olduğu bağımsız kaynaklarca teyit edilmiştir. Binlerce yaralının ise kendi haline bırakıldığı bilgisi elimize ulaşmaktadır. Elimize ulaşan haberlerde sokakların savaş alanına döndüğü, her yerde cesetlerin olduğu bilgisi vardır. Çin eski alışkanlıklarının aksine böyle bir olaydan sonra bu şekilde açıklamalar yaparak bundan sonra yapacakları için dünya kamuoyunun gözünü boyamak istemektedir. Doğu Türkistanlıları katletmek için bu olayları ve rakamları koz olarak kullanacaktır.Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ ün Çin ve Urumçi ziyaretlerinden sonra bu olayların patlak vermesi tesadüf değildir. Çin her yöndeki gelişmeyi, kendi çıkarları için kullanıyor. Toplanan kalabalığın üstüne ateş açarak binlerce kişinin ölümüne sebep olduktan sonra, kendini mazlum gösterme çabasındadır. Şu anda tüm dünyada yayınlanan haberler tek taraflıdır. Çin resmi haber ajansı Şinhua tarafından yayınlanan haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Çin resmi haber ajansının haberlerine dayanarak olayları incelemek gerçek resmi görmemizi engelleyecektir. Gizlice çekilen ve internet aracılığı ile dünyaya duyurulan görüntüler Urumçi’ de yaşanan vahşetin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Bunun yanında olayların duyulması üzerine, Doğu Türkistan ile olan tüm bağlantılar kesilmiştir. Ne telefon ne de internet üzerinden iletişim kurulamamaktadır. Şu anda Doğu Türkistan topraklarında can ve mal güvenliği olmamakla birlikte, tamamen bir otorite boşluğu vardır. Bu boşluğu Çin askeri gücü, yanına Han Çinlilerinden oluşan sivil çeteleri almak suretiyle Türklere vahşet boyutunda saldırılar yaparak doldurmaya çalışmaktadır. Doğu Türkistan’da yaşananlar bir soykırımdır. Bağımsız güçlerin bu otorite boşluğunu adil ve insancıl ölçütler içinde tekrar tesis etmesi elzemdir. Yıllarca Doğu Türkistan’ da yaşananları, yaşanan zulmü, insan hakları ihlallerini dile getirdik. Doğu Türkistan’daki gerginliği ve meydana getirebileceği sonuçlar hakkında uyardık. Uluslar arası örgütleri, devletleri ve sivil toplum örgütlerini yaşanan vahşetin engellenmesi için harekete geçmeye çağırıyoruz.

SONUÇ OLARAK;
Doğu Türkistan tarih boyunca Türk Devletinin toprakları olarak kalmış, ancak bugün 24 milyon Türk Soylu insan işgal edilmiş vatanlarında esaret ve zulüm altında yaşamaktadır. Her milletin kendi ülkesinde özgürlük içinde yaşamaya hakkı olduğu inancı artık medeni milletler nezdinde resmen kabul görürken; Çin yönetimi hangi çağda yaşadığını unutmuş görünüp, güçlü olanın haklı olduğu ve diğer milletlerin topraklarının keyfi işgal edildiği eski çağlara özlem duyuyor görünmektedir. Dünyanın kaynaklarının kıt, ihtiyaçların ise sınırsız olduğunu en başta bir hayat kuralıymış gibi kabul eden ve bu görüşü kalabalık nüfusunu doyurmak gayesiyle işgallerine mazeret kabul edip, ekonomik ihtiyaçlarını başka insanların sırtına zorla yüklemeyi gaye edinen emperyalist ruha sahip Çin Yönetiminin Yetkilileri, hümanist olduğunu iddia ettikleri ideolojilerine dahi ihanet etmişler; 21.yy’ da bile Asya’ da kendilerine ait olmayan topraklara yayılmacılığı bir dış politika amacı haline getirmişlerdir. Öyle ki, bu emperyalist işgallerin ve yayılmacılığın kurbanları sadece Türkler olmamış, Tibet ve İç Moğolistan da işgal edilmiştir. Oysa dünya kaynakları bütün insanlığa yeter ölçüdedir. Yeter ki, insanın doymak bilmez arsızlığını ihtiyaç olarak algılayan gayri insani iktisadi düşünceler, devlet politikalarının dayanağı olmasın.

Dünya kamuoyu, kapalı bir kutu görünümünde olsa bile, Çin’ de yaşayan insanların, ülkeleri zorbalıkla işgal edilen ve zulüm altında yaşayan birçok milletten oluştuğunu görüp bildiği halde; Dünya barışını ve huzurunu sağlama iddiasıyla kurulan Uluslararası Örgütler kendi varlık sebebine aykırı olarak bu vakayı görmezlikten gelmekte veya reel çözüm yolları üretmemektedirler. Bu uluslararası örgütlerden birisi ve en büyüğü de hala her şeye rağmen İnsanlığın umut bağlamak istediği Birleşmiş Milletlerdir. Birleşmiş Milletler, 2.Dünya Savaşından sonra medeni dünya olarak tabir edilen yenidünya da, İnsanlığın sorunlarının eşitlik, adalet ve barış ilkeleriyle çözümünü sağlama iddiasıyla kurulmuştur. Yoksa savaş sonrası galip ve güçlü devletlerin yapmak istediklerinin tasdikleyici bir makamı olarak değil. Birleşmiş Milletler kurulduğundan bu yana mazlum ve mağdur milletlerin hakkını iyi niyetle korumaya çalışmak için bazı umut verici girişimlerde bulunmuş ve bir kısım başarılara vesile olmuş olsa da, maalesef insanlığın gözünde bağımsızlığı güçlü devletlerin izin verdiği nispette geniş olabilen bir tasdikleme makamı olarak görülmektedir. Buna sebep daha çok Birleşmiş Milletler’ in çalışma usulü, yaptırım mekanizmasını bağımsız kullanamaması ve yetki paylaşımındaki sorunlardan ileri gelmektedir. Bu acı algılamayı ortadan kaldırmak Birleşmiş Miletler’ in kendini sorgulayıp, varlık amacına layıkıyla hizmet etmesinden geçer. Yoksa bir müddet sonra İnsanlık, umut olarak görmekten vazgeçeceği bu yapılanmanın meşruiyetini sorgulayacak ve dünya tekrar önü alınmaz bir kaosa düşebilecektir. Dünyanın en vahşi savaşını engelleyemeyen ve tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş Milletler Cemiyeti gibi acı bir tecrübemiz vardır! Doğu Türkistan’ la ilgili yaptığımız bu başvuru, aynı zamanda Birleşmiş Miletler’ in geleceği ile ilgili bir sınavdır. Örgütün bu sınavı kazanması ve İnsanlığın güvenini tekrar kazanabilmesi ancak Doğu Türkistan’ın hakkını ortaya koyabilmesinden geçebilir.

Milletler nasıl oluşmuştur, hangi amacın gerçekleşmesi için ortaya çıkmıştır? Bu sorulara cevap arayan birçok filozof ve siyaset bilimcisi arasında, bazıları maddeyi ve insanın nefsini esas almış; insanın doğasında güç ve kendini tatmin etme güdüsü olduğu düşüncesine vararak, insanların aslında ruhunu ve varlık sebebini açıklamaktan uzak bu düşünceyi adeta insanın varlık sebebi olarak öğreti biçiminde insanlığa sunmuştur. Adeta bu sakat davranış modeli sizin özünüzle ilgili ve hakkınız demişlerdir. İnsanın özünü oluşturmayan arsızlık bu düşüncelerle adeta meşruiyet kazanmış, bu kötü düşünceler devletleri ve toplumları idare eden yöneticilerin politik hedeflerinin dayanağı olmuştur. Topluluklar milletleri ve devletleri oluşturduktan sonra, sanki varlıklarının devamı başka toplumların malvarlığına bağlıymış gibi, işgal ve sömürüyü politik hedeflerinin başına koymuşlardır. Oysa dünya nimetleri bütün insanlığa yeter ölçüdedir ve milletlerin var olma sebebi kuru bir kavga ile birbirlerine üstünlük sağlamaktan ziyade, birbirlerini tanımaları ve birbirlerinden insancıl ölçütlerle istifade etmeleri içindir. İnsanın özünde var olan iyi duygular gereğince, yalnızlıklarını ortadan kaldırmak içindir. Az önce belirttiğimiz işgale ve sömürüye dayanan anlayış artık geçmişte kalmış, “İnsanlık Davasını” güden medeni dünya artık insanın özündeki iyi düşüncelere dayanan yeni bir dünya düzenini gaye edinmiştir. İşte bu gaye etrafında birleşerek Birleşmiş Milletler Örgütünü kurmuştur. Ancak bu örgüte üye Çin Devletinin yöneticileri “İnsanlık İdealinin” inatla uzağında durmakta, en barbar çağlarda bile görülmeyecek zulüm ve işkencelerle, birçok bağımsız devletin topraklarında işgalini sürdürmektedir. Bunlardan birisi de bağımsız bir hükümeti, sınırları, bayrağı, anayasası olan 24 milyonluk “Doğu Türkistan Cumhuriyeti”dir. Son olaylar ve katliamlarda göstermektedir ki, Doğu Türkistan’ın sahibi Türkler ancak işgal altındaki devletleri tekrar bağımsız olunca huzur içinde yaşayabileceklerdir. Çin Yönetiminin zulüm ve vahşetinden kurtulabileceklerdir. Yukarıda bir kısmını anlatabildiğimiz haksızlıkların ve insanlık dışı uygulamaların giderilmesi için, Birleşmiş Milletlerin yetkili ve ilgili kuruluşları tarafından askeri önlemler dâhil gerekli önlemlerin alınmasını ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığına tekrar kavuşabilmesi için Çin yönetimi üzerinde gerekli yaptırım kararlarının alınıp, bu hususta Birleşmiş Milletler nezdinde çalışmaların başlatılmasını saygılarımızla talep ederiz.16.09.2009”

DOĞU TÜRKİSTAN’ IN BAĞIMSIZLIĞI PLATFORMU ADINA :

Av. Emin AKOĞUZ Seyit TÜMTÜRK
Türk Hukuk Enstitüsü Dünya Uygur Kurultayı
Genel Başkanı Başkan Yardımcısı





Av. Dursun YILMAZ Hayrullah Efendigil
Türk Hukuk Enstitüsü Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği
Ankara Şubesi Başkanı Başkan Yardımcısı






Av. Hakan AŞIK
Türk Hukuk Enstitüsü
Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi

İrtibat Adresi: Talat Paşa Bulvarı
Kılıç Apt. 141/3 Dörtyol
Altındağ /Ankara
Tel : (0312) 319 54 72
GSM : (0535) 735 05 40
E-posta : gokbayrak.com

BİR KİTAP

.

UYGURLAR

Uygurların ünlü tarihçisi Turgun Almas’ın “Uygurlar” adlı eseri Dr. Ahsen Batur tarafından tercüme edilerek İstanbul’daki “Selenge” Yayıncılık tarafından neşredilmiş olup, resim, kitabın kapak görünümüdür.
Eser 445 sayfadan meydana gelmiş olup, kitabın dış kapağı sert mukavvadan oluşuyor. Kitabın kapağına beyaz at üzerinde yol almakta olan bir okçu yerleştirilmiş.
Turgun Almas’ın bu eseri 1990 yılında Ürümçi’de neşredildikten kısa bir süre sonra Çin hükümeti tarafından yasaklanarak toplatılmıştı.
1924 yılında Kaşgar’da dünyaya gelen Turgun Almas 2001 yılının Kasım ayının 11’inde Ürürmçi’de vefat etmişti. İlkokulu Kaşgar’da bitirdikten sonra ailesi ile birlikte Gulca’ya yerleşen Turgun Almas, 1940 ve 1970 yıllarında hapse atılmıştır. Hapisten çıktıktan sonra “Tutkun”, “Tenlirim Yaprak”, “Ana Tuprak” gibi birçok şiirleri yayınlanmıştır.
Ünlü tarihçi Turgun Almas’ın edebi eserlerinden başka “Hunların Kısaca Tarihi”, “İdikut Uygur Devleti” ve “Kadimki Uygur Edebiyatı” adlı eserleri de neşredilmiştir.
Yazar ve tarihçi Turgun Almas’ın “Uygurlar” adlı eserini Türkçeye tercüme eden Dr. Ahsen Batur, bu kitabı tercüme etme fikri sizde nasıl peyda oldu? Şeklindeki sorumuza şöyle cevap verdi: “Ben Özbekistan’da iken bu kitabın ismini duymuştum. Fakat Uygurcası bende yoktu. Celil Turan adındaki bir Uygur dostum Uygurcasını verdi. Bu kitabın Rusça tercümesini de buldum. Şimdiye kadar bu kitabın Türkçeye çevrilmemiş olması bir ayıptı. Bence bu kitabı Türkçeye çevirmekle bir boşluğu doldurduk.”
Dr. Ahsen Batur bu kitabın ilmi değeri hakkında görüş bildirerek şöyle dedi: “Ben kitabın giriş sözünde de yazdım. Bu kitabı temel bir kaynak itap olarak kabul etmemiz gerekir. Çünkü Turgun Almas Çinceyi iyi bildiğinden, Çin kaynaklarında şöyle deniliyor demeyip, çoğunlukla kendi görüşlerini yazmıştır. Bu eser özel bir eserdir. Yani, tarihçiler kaynak eser olarak kullanabilirler” RFA-Erkin
Uygur Türkçesinden Türkiye Türkçesine Uyarlayan: Mehmet Emin BATUR