Türk Milletini Türkiye'den soğutma!
“Türk” kelimesini ağzına almamak için özel gayret gösteren anlayışıyla uzlaşmak mümkün değildir. Türk kimliğini “etnik” kimlik olarak gören bir anlayışla anlaşmak ise hiç mümkün değildir. “Türk” , iktidarın yok saymasıyla yok olacak, var saymasıyla var olacak bir kavram değildir. Türk, sosyolojik ve tarihi bir kategori olarak bir millete ad olmuştur. Türk, bu yönü itibarıyla bütünsel ve süreklilik arz eden bir kavramdır. Türk: Ötüken Türk kitabeleri, Divani Lügat-i Türk, Göktürk, Hun Türk, Selçuklu Türk, Osmanlı Türk ve nihayet oradan Türkiye Cumhuriyeti adlı Türk devletine kadar uzanır. Türk’ün inkârı, Türküleri ya da Türk Milletini yok mertebesine indirgemez. Yine Karadeniz, bakıp Türk’ün Bayrağına çırpınacak. Mehter, “Ceddin deden, neslin baban, hep kahraman Türk Milleti” diye davul vurmaya devam edecek. Ötüken’deki taşlar “Ey Türk yukarıda gök” diyerek göğe doğru yükselmeyi sürdürecek. “Ey Türk İstikbalinin Evladı” diyerek Atatürk, Türk Gençliğine hitap etmeye devam edecek...Gökalp ve Güngör’ü bilmeyenler!Ziya Gökalp tam 91 yıl önce bu konuda şunları söylemişti: “Türk kelimesi ile Türkiye kelimesi arasında büyük fark vardır; her Türkiyeli, Türk değildir; aynı zamanda her Türk de Türkiyeli değildir. Türkiye kelimesi devletimizin ismidir; Türk kelimesi milletimizin adıdır. Ben tabiiyetim itibariyle Türkiyeliyim, kültürüm itibariyle de Türküm. Benim bu iki ada birlikte sahip oluşum, bu kelimelerin eş-manalı olmasını gerektirmez../... Devlet tabiiyette, ümmet dinde, millet kültürde müşterek olan fertlerin toplamıdır. Bu suretle, bizim, Türkiye devletine, İslam ümmetine, Türk milletine mensup olduğumuz anlaşıldı” . (Göklap 1973; 287/291). Erol Güngör de yalnızca “Türkiyeli” yi ya da vatandaşı “Türk” saymak gibi bir anlayışın ne denli bilimsel bir temelden yoksun olduğunu açıkça ifade eder. Güngör’e göre milletlerin tarihi; coğrafya, din, ideoloji, zaman ve siyasi örgütlenme biçimleriyle sınırlanamaz. Gerçekte Türkler tarihi süreç içerisinde Asya, Avrupa ve Afrika’da etkin olmuşlardır. Şaman, Budist, Hıristiyan ve İslam gibi çok farklı din mensubu olmuşlardır. Kapitalist, sosyalist, monarşi ve cumhuriyet rejimi altında yaşamışlardır. Orta, Yeni ve Yakın Çağ’da etkili olmuşlardır. Hun, Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı gibi çok çeşitli devletler kurmuşlardır. Bugün de Türkler dünya üzerinde birden fazla bağımsız devleti olan bir millettir. Türklerin çeşitli boyları bugün de bağımsız olarak “bir millet yedi devlet” halinde dünya üzerinde varlıklarını sürdürmektedirler.Devletten soğutma!Ortada birden fazla coğrafyada, birden fazla hukukla hüküm sürmüş, ondan fazla devlet kurmuş büyük bir milletin tarihi vardır. Böyle bir milleti “etnisite” mertebesine indirmek Türklüğe ve tarihe hakaret etmek anlamına gelir. İktidar yetkililerinin bunu bilinçli olarak yaptıkları anlaşılmaktadır. Amaçları da kendisini Türk hissedenleri kendi kurdukları devletten soğutmaktır. Tıpkı 12 Eylül’ün kudret elitlerinin milliyetçi gençleri, milliyetçilikten soğuttukları gibi... Ancak Türkiye Cumhuriyeti’ni kabileler, aşiretler ve etnisiteler birliği olarak gören bu gerici anlayış eninde sonunda kaybedecektir. Vatandaşlık gibi hukuki bir kavramı millet yerine koymak tarihten, bilimden olduğu kadar milletten de kopmak anlamına geldiğini Türk milleti bu iktidara da öğretecektir. Türk’ten taviz vererek ne demokrasinin getirilebileceğini ne de terörün önlenebileceğini önümüzdeki zaman gösterecektir. Yeter ki biraz daha bilinçli bir sabır gösterilsin.ÖZCAN YENİÇERİ 07.10.2009
Türk Milliyetçileri için tek çıkar yol!
Yaklaşık yüzyıl önce İmparatorluk Türkiyesindeki bilinç ve irade, imparatorlukla birlikte çökünce milletin varlığı tehlike altına girmişti. Türk aydınları var olmak için can havliyle, can simidine sarılır gibi milliyetçilik bilincine sarılmışlardır. Bugün Ön Asya coğrafyasında Türkiye diye bir devlet kalmışsa bu herkesten önce bu bilincin eseridir. Türk milliyetçileri dağılmış, yenilmiş ve yorgun düşmüş toplumu aynı amaç doğrultusunda örgütleyerek ayağa kaldırmışlardı. 20. Yüzyılın milliyetler çağı olduğunu herkesten önce Türk milliyetçileri görmüştür. 1970’lerde “Sınıf Mücadelesi”nin peşine takılarak Türkiye’nin varlığını ve bağımsızlığını tehlikeye atanlara karşı da milletin ve milliyetin rolüne dikkat çekenler yine Türk milliyetçileri olmuştur. Hiç kuşkusuz tarihi, kimliği, varlığı ve hukuku inkâr edilen bir milleti ancak onun varlığını ve bağımsızlığını dava edinenler ayağa kaldırabilirdi. Öyle de oldu. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluş ve var oluşunu böyle bir davanın idealistleri gerçekleştirmiştir.Bölücülerin ve işbirlikçilerin örgütlülüğü!Türk Milliyetçilerinin ödediği onca bedele rağmen 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşayan Türkiye; 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki daha tehlikeli şartlarla karşı karşıyadır. 20. Yüzyılın başında Türkiye, askeri işgal altındaydı. Ülkeyi işgal eden düşman güçler üniformalarından tanınıyordu. Ellerinde silah vardı. Bugün çok daha farklı sinsi yöntemler kullanılmaktadır. Ülke dışarıdan değil içeriden işgal ile karşı karşıyadır. Ülkenin birliği ve bütünlüğüne yönelik tehditler yalnız dışarıdaki düşmanlardan değil içerdeki gafillerden ve işbirlikçilerden de gelmektedir. Yeni savaş silahla değil, sanal ve sivil propaganda teknikleriyle yönetilmektedir. Mücadele askeri operasyon biçiminde değil psikolojik ve sosyolojik operasyon biçiminde gerçekleştirilmektedir.Durumu daha da vahim kılan ülkenin birliğine ve bütünlüğüne kasteden iç ve dış güçlerin ittifak halinde bulunmasıdır. AB yandaşı Liberaller ile bir zamanların AB karşıtı siyasi İslamcıları omuz omuza vermiş hedefe yürüyorlar. Bölücüler, etnikçiler, azınlıkçılar ve bozguncuların tamamı cumhuriyeti kuran iradeye karşı seferberlik ilan etmiş haldeler. Yağmacılar ve yıkıcılar pusuda Türkiye Cumhuriyeti’nin enkazından pay kapmak için avuçlarını oğuşturuyor. Bunun üzerine bir de operasyonlarla sindirilmiş halk ve söndürülmüş ocaklar eklenince sonucu tahmin etmek hiç de zor değildir.Tek çıkar yol!Bu durum karşısında bir tek çıkar yol vardır; o da tehdidi, kullandığı aynı yöntemlerle bertaraf etmektir. Bölücüler ile işbirlikçiler birlik halinde, etnikçilerle Türkiye ile her türlü bağını kesmiş olan liberaller beraberlik içinde, azınlıklıkçılar ayrılıkçılar ortaklık kurmuşlarsa Türk milli devletinden yana olanların da aynı dayanışma içinde olmaları gerekmez mi? Bütün bölücüler; bürokrasi, medya, aydın, iş adamı, siyasetçi ve sivil toplum kuruluşlarıyla organize bir dayanışma halinde iseler onlara aynı yöntemlerle cevap vermek zorunluluk değil midir? Milletin birliği değil, varlığının dahi tartışıldığı bir ortamda bu millete aidiyet duyanların güç birliği yapmasından daha doğal ne olabilir? Yarını kazanmanın yolu entelektüel, siyasi, medyatik ve finansal güçlerin birleşmesinden geçmektedir. Bir kez daha uyarıyoruz: Ya birleşip ülkenin kaderine hükmedecek sinerjiyi yaratacaksınız ya da yarın uğruna birleşecek hiç bir şeyin kalmayacağı bir Türkiye’ye hazır olacaksınız! Bunun başka yolu yoktur. ÖZCAN YENİÇERİ 01.10.2009
“Türk” kelimesini ağzına almamak için özel gayret gösteren anlayışıyla uzlaşmak mümkün değildir. Türk kimliğini “etnik” kimlik olarak gören bir anlayışla anlaşmak ise hiç mümkün değildir. “Türk” , iktidarın yok saymasıyla yok olacak, var saymasıyla var olacak bir kavram değildir. Türk, sosyolojik ve tarihi bir kategori olarak bir millete ad olmuştur. Türk, bu yönü itibarıyla bütünsel ve süreklilik arz eden bir kavramdır. Türk: Ötüken Türk kitabeleri, Divani Lügat-i Türk, Göktürk, Hun Türk, Selçuklu Türk, Osmanlı Türk ve nihayet oradan Türkiye Cumhuriyeti adlı Türk devletine kadar uzanır. Türk’ün inkârı, Türküleri ya da Türk Milletini yok mertebesine indirgemez. Yine Karadeniz, bakıp Türk’ün Bayrağına çırpınacak. Mehter, “Ceddin deden, neslin baban, hep kahraman Türk Milleti” diye davul vurmaya devam edecek. Ötüken’deki taşlar “Ey Türk yukarıda gök” diyerek göğe doğru yükselmeyi sürdürecek. “Ey Türk İstikbalinin Evladı” diyerek Atatürk, Türk Gençliğine hitap etmeye devam edecek...Gökalp ve Güngör’ü bilmeyenler!Ziya Gökalp tam 91 yıl önce bu konuda şunları söylemişti: “Türk kelimesi ile Türkiye kelimesi arasında büyük fark vardır; her Türkiyeli, Türk değildir; aynı zamanda her Türk de Türkiyeli değildir. Türkiye kelimesi devletimizin ismidir; Türk kelimesi milletimizin adıdır. Ben tabiiyetim itibariyle Türkiyeliyim, kültürüm itibariyle de Türküm. Benim bu iki ada birlikte sahip oluşum, bu kelimelerin eş-manalı olmasını gerektirmez../... Devlet tabiiyette, ümmet dinde, millet kültürde müşterek olan fertlerin toplamıdır. Bu suretle, bizim, Türkiye devletine, İslam ümmetine, Türk milletine mensup olduğumuz anlaşıldı” . (Göklap 1973; 287/291). Erol Güngör de yalnızca “Türkiyeli” yi ya da vatandaşı “Türk” saymak gibi bir anlayışın ne denli bilimsel bir temelden yoksun olduğunu açıkça ifade eder. Güngör’e göre milletlerin tarihi; coğrafya, din, ideoloji, zaman ve siyasi örgütlenme biçimleriyle sınırlanamaz. Gerçekte Türkler tarihi süreç içerisinde Asya, Avrupa ve Afrika’da etkin olmuşlardır. Şaman, Budist, Hıristiyan ve İslam gibi çok farklı din mensubu olmuşlardır. Kapitalist, sosyalist, monarşi ve cumhuriyet rejimi altında yaşamışlardır. Orta, Yeni ve Yakın Çağ’da etkili olmuşlardır. Hun, Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı gibi çok çeşitli devletler kurmuşlardır. Bugün de Türkler dünya üzerinde birden fazla bağımsız devleti olan bir millettir. Türklerin çeşitli boyları bugün de bağımsız olarak “bir millet yedi devlet” halinde dünya üzerinde varlıklarını sürdürmektedirler.Devletten soğutma!Ortada birden fazla coğrafyada, birden fazla hukukla hüküm sürmüş, ondan fazla devlet kurmuş büyük bir milletin tarihi vardır. Böyle bir milleti “etnisite” mertebesine indirmek Türklüğe ve tarihe hakaret etmek anlamına gelir. İktidar yetkililerinin bunu bilinçli olarak yaptıkları anlaşılmaktadır. Amaçları da kendisini Türk hissedenleri kendi kurdukları devletten soğutmaktır. Tıpkı 12 Eylül’ün kudret elitlerinin milliyetçi gençleri, milliyetçilikten soğuttukları gibi... Ancak Türkiye Cumhuriyeti’ni kabileler, aşiretler ve etnisiteler birliği olarak gören bu gerici anlayış eninde sonunda kaybedecektir. Vatandaşlık gibi hukuki bir kavramı millet yerine koymak tarihten, bilimden olduğu kadar milletten de kopmak anlamına geldiğini Türk milleti bu iktidara da öğretecektir. Türk’ten taviz vererek ne demokrasinin getirilebileceğini ne de terörün önlenebileceğini önümüzdeki zaman gösterecektir. Yeter ki biraz daha bilinçli bir sabır gösterilsin.ÖZCAN YENİÇERİ 07.10.2009
Türk Milliyetçileri için tek çıkar yol!
Yaklaşık yüzyıl önce İmparatorluk Türkiyesindeki bilinç ve irade, imparatorlukla birlikte çökünce milletin varlığı tehlike altına girmişti. Türk aydınları var olmak için can havliyle, can simidine sarılır gibi milliyetçilik bilincine sarılmışlardır. Bugün Ön Asya coğrafyasında Türkiye diye bir devlet kalmışsa bu herkesten önce bu bilincin eseridir. Türk milliyetçileri dağılmış, yenilmiş ve yorgun düşmüş toplumu aynı amaç doğrultusunda örgütleyerek ayağa kaldırmışlardı. 20. Yüzyılın milliyetler çağı olduğunu herkesten önce Türk milliyetçileri görmüştür. 1970’lerde “Sınıf Mücadelesi”nin peşine takılarak Türkiye’nin varlığını ve bağımsızlığını tehlikeye atanlara karşı da milletin ve milliyetin rolüne dikkat çekenler yine Türk milliyetçileri olmuştur. Hiç kuşkusuz tarihi, kimliği, varlığı ve hukuku inkâr edilen bir milleti ancak onun varlığını ve bağımsızlığını dava edinenler ayağa kaldırabilirdi. Öyle de oldu. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluş ve var oluşunu böyle bir davanın idealistleri gerçekleştirmiştir.Bölücülerin ve işbirlikçilerin örgütlülüğü!Türk Milliyetçilerinin ödediği onca bedele rağmen 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşayan Türkiye; 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki daha tehlikeli şartlarla karşı karşıyadır. 20. Yüzyılın başında Türkiye, askeri işgal altındaydı. Ülkeyi işgal eden düşman güçler üniformalarından tanınıyordu. Ellerinde silah vardı. Bugün çok daha farklı sinsi yöntemler kullanılmaktadır. Ülke dışarıdan değil içeriden işgal ile karşı karşıyadır. Ülkenin birliği ve bütünlüğüne yönelik tehditler yalnız dışarıdaki düşmanlardan değil içerdeki gafillerden ve işbirlikçilerden de gelmektedir. Yeni savaş silahla değil, sanal ve sivil propaganda teknikleriyle yönetilmektedir. Mücadele askeri operasyon biçiminde değil psikolojik ve sosyolojik operasyon biçiminde gerçekleştirilmektedir.Durumu daha da vahim kılan ülkenin birliğine ve bütünlüğüne kasteden iç ve dış güçlerin ittifak halinde bulunmasıdır. AB yandaşı Liberaller ile bir zamanların AB karşıtı siyasi İslamcıları omuz omuza vermiş hedefe yürüyorlar. Bölücüler, etnikçiler, azınlıkçılar ve bozguncuların tamamı cumhuriyeti kuran iradeye karşı seferberlik ilan etmiş haldeler. Yağmacılar ve yıkıcılar pusuda Türkiye Cumhuriyeti’nin enkazından pay kapmak için avuçlarını oğuşturuyor. Bunun üzerine bir de operasyonlarla sindirilmiş halk ve söndürülmüş ocaklar eklenince sonucu tahmin etmek hiç de zor değildir.Tek çıkar yol!Bu durum karşısında bir tek çıkar yol vardır; o da tehdidi, kullandığı aynı yöntemlerle bertaraf etmektir. Bölücüler ile işbirlikçiler birlik halinde, etnikçilerle Türkiye ile her türlü bağını kesmiş olan liberaller beraberlik içinde, azınlıklıkçılar ayrılıkçılar ortaklık kurmuşlarsa Türk milli devletinden yana olanların da aynı dayanışma içinde olmaları gerekmez mi? Bütün bölücüler; bürokrasi, medya, aydın, iş adamı, siyasetçi ve sivil toplum kuruluşlarıyla organize bir dayanışma halinde iseler onlara aynı yöntemlerle cevap vermek zorunluluk değil midir? Milletin birliği değil, varlığının dahi tartışıldığı bir ortamda bu millete aidiyet duyanların güç birliği yapmasından daha doğal ne olabilir? Yarını kazanmanın yolu entelektüel, siyasi, medyatik ve finansal güçlerin birleşmesinden geçmektedir. Bir kez daha uyarıyoruz: Ya birleşip ülkenin kaderine hükmedecek sinerjiyi yaratacaksınız ya da yarın uğruna birleşecek hiç bir şeyin kalmayacağı bir Türkiye’ye hazır olacaksınız! Bunun başka yolu yoktur. ÖZCAN YENİÇERİ 01.10.2009
Türk Milliyetçileri, birleşiniz!