.

.








14 Mart 2009 Cumartesi

TÜRK'süz Bir TÜRKİYE İsteniyor !


Türk'süz Bir Türkiye İsteniyor!
İSKENDER ÖKSÜZ



İskender Öksüz...
Ayhan TUĞCUGİL
müstearı ile tanınan
Bilge Adam
ile
yazarımız
Afşın SELİM'in
yaptığı söyleşi...
Türk Milliyetçileri
bu söyleşiden
çok dersler
alacaktır...


A.S.: Hocam, merhaba. Nasılsınız, haliniz keyfiniz yerinde mi?
Sağolun, teşekkür ederim.

A.S.: Bu arada, kıymetli büyüğümüz Emine Işınsu hanımefendi de iyilerdir umarım…
Işınsu’nun bazı rahatsızlıkları oldu. O yüzden uzun süredir yazı yazmadı. Şimdilerde daha iyi; daha da iyileşecek inşallah.

A.S.: Kendisine Allah’tan acil şifalar diliyoruz.
Sağolun.

HACIEMİNOĞLU, ERÖZ, GÜNGÖR!
A.S.: Hocam… Özellikle yaşça müsait olanlar hatırlayacaklardır; efsanevi Töre dergisine katkı sağlayanlardan biriydiniz… Derginin kurucusu Halide Nusret Zorlutuna Hanımefendi’ydi sanırım? Genç okuyucularımızın da istifade etmesi açısından, bize biraz o yıllardan bahseder misiniz?
Töre’yi 1970- 1981 arasında eşim Emine Işınsu çıkardı. Töre, daha önce çıkan Ayşe Dergisi’nin devamı idi ve onun kurucusu olarak annemiz Halide Nusret Zorlutuna’nın ismi vardı. Töre’de de bu devam etti.
Töre’nin efsaneviliğinin birden fazla sebebi var. Kalitesi; hem içerik, hem de görünüş olarak kalitesi “milliyetçi-muhafazakâr” çevrede alışılmamış bir seviyedeydi. Fakat bence asıl sebep, Töre’nin, Türkiye’nin hemen bütün entelektüellerinin, yakında kurulacak Türkiye Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde iyi bir pozisyon kapmak için çeyizlerini hazırladıkları bir dönemde, SSCB kaynaklı fikir saldırısına karşı Türk Milliyetçiliği’nin, dolayısıyla Türkiye’nin yanında durmasıydı.
Tek parti CHP iktidarının 1944’te başlattığı milliyetçi düşmanlığı, DP ve AP zamanında da sürdürüldü. Bunda, Türkiye’deki bir milliyetçiliğe pek sıcak bakmayan müttefiklerimizin yönlendirmelerinin de tesiri vardır. Brejnev doktrini zamanında Sovyet fikir saldırısı başladığında, Türk entelektüeli buna hazırlıksız yakalandı. Türkiye’de 1968-1980 arasında olup biteni gerçek dışı değerlendirenler bugün bile çoğunluktadır. Bu vahim hatayı sol da sağ da yapmaktadır.
1968 gelip çattığında Türk aydınının çoğu solun çeşitli renklerindeydi ve önemli kısmı komünist ideolojiye teslim oldu. Şimdi o tarihlerdeki komünizmin şehir ve kır gerillasının elebaşlarını “genç fidanlar” olarak anıyorlar. Üniversitelerin tamamı o silahlı militanların eline geçmişti. Töre’nin yaptığı, onlara karşı Türk Milliyetçiliği’nin ve bilimin cevabını veren ve sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen hocalarımızı toparlamasıdır. Sırf rahmetlileri sayarsak, Hacıeminoğlu, Eröz, Güngör! İsimlerini saydıktan sonra ünlem koymak zaruretini hissettim. Siz de bu isimleri ünlemli okuyun. Töre’den söz etmişken haftalık Devlet’i, gençlik dergisi Bozkurt’u ve Töre-Devlet Yayınevi’ni de hatırlatmak farzdır.
A.S.: Peki, unutamadığınız bir hatıranızı paylaşmanızı istesek?
“Bir hatıra” çok zor bir sipariş. Birkaç ay İstanbul’da çıktıktan sonra Töre Ankara’ya geldi ve bizim KÜBİTEM Derneği’nde çıkmaya başladı. KÜBİTEM, 1968- 1971 döneminin üniversite ve medya karargâhıdır. Hemen her şey orada olup biterdi. Ülkü Ocağı o derneğin bir çekmecesiydi. İçinde “ülkü” kelimesi geçen diğer bütün kuruluşlar da öyle. Her şey orada olup biterdi diyorum. Şimdi bu “her şey” o kadar çok şey ki, hangisini seçip unutmadığım hatıradır diyeyim ki? Dündar Ağabey ile her gün unutmadığım hatıradır… Şehitlerimiz, ilk şehitler Yusuf İmamoğlu, Süleyman Özmen, Dursun Önkuzu ve onları takip edenler… Dursun’un cenazesinden sonra TRT Genel Müdürü’nün odasını, kırk değil ama galiba on yiğitle basıp, adamcağızın masasının üzerine bir transistörlü radyo koyup, “bakalım bu haberi nasıl vereceksiniz?” dememiz de unutulmaz. Ama buna benzer o kadar çok şey var ki… Maalesef o dönemin, o mücadelenin doğru dürüst bir hikâyesi henüz yazılmadı. Nevzat Kösoğlu ile Osman Çakır’ın söyleşisi sisi biraz dağıtıyor ama Kösoğlu Ülkü Ocakları’nın ve KÜBİTEM mücadelesinin tam merkezinde değildi. Biraz daha gecikilirse o mücadeleyi İmam Rabbani’nin filan yaptığı yazılacak.
Şimdi de bazıları çıkıp, o günün katillerini kahraman yapıyor. Bazı sapkınlar o mücadelenin bir aldanma sonucu verildiğini söylüyorlar. Her halde Yunan Ordusu da 1919’da turistik amaçlarla gelmişti ve biz analarını ağlatmasaydık, güneş ve deniz banyosu yapıp geri döneceklerdi.

A.S.: Meseleyi nostalji müptelalığına indirgemek istemem ama, samimiyet bir başkaydı sanırım o yıllarda?
O kadar eşitsiz ve çetin şartlar altında mücadele ediyorduk ki, samimiyetten başka alternatifimiz yoktu. Üzerinize ateş edilmesi, samimiyeti şiddetle teşvik ediyor.

DURUM MUHAKEMESİNE DÜŞMANDAN BAŞLANMAZ
A.S.: 21.Yüzyıl Enstitüsü’nde katıldığınız bir söyleşide, “Durum belirlemesi yapıp Türkiye’nin bekası için strateji kurmamız gerekiyor” dediniz. Durum belirlemesi kısmını aşamıyoruz sanırım; tamamen şikâyet üzerine yoğunlaşmış durumdayız… Ya da, şartlara mı şartlandırılıyoruz?
Yapılıyoruz, ediliyoruz, yönlendiriliyoruz filan diye konuşmak bize yakışmaz. Biz yapmalı, etmeli, yönlendirmeliyiz. Düşmanı şikâyet etmekle de elinize bir şey geçmez; yalancı bir rahatlamadan başka. Rahmetli Dündar Ağabey’in deyişiyle, “Durum muhakemesine düşmandan başlanmaz.” Biz neyiz, hedefimiz nedir, güçlü yönlerimiz, zayıf yönlerimiz nelerdir, önümüzdeki fırsatlar ve tehditler nelerdir… Bu tespitten sonra da bir strateji ve bir hareket planı yapılmalı.

A.S.: Strateji demişken, sıkça kullanılan bir ifade var: İdeolojiler öldü, diyorlar. İdeolojiler öldü mü sahiden hocam, aşındı mı veyahut aşıldı mı?
“İdeolojiler öldü” ideolojik bir ifadedir. Kendini ilim yerine din yerine koyan ideolojiler hatalıydı ve zaman onların yanlışlığını gösterdi. Ama insanların her zaman bir dünya görüşüne ihtiyaçları vardır. Size iki alıntı yapacağım. Birisi Necip Fazıl’dan (kendisinden de duydum, yazmıştır da), “İdeolojisiz insan hayvandır”. Diğeri Cemil Meriç’ten “İdeolojiler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” Hangisi haklı? Bence ikisi de yerden göğe haklı.

A.S.: İdeolojisizleşme meselesi bir yana, gençlerde partizanlık taassubu da söz konusu... Vasıtaların gayeleşmesi diyebilir miyiz bu duruma?
Gençlerin partizanlığını bilmiyorum. Şu son söylediğiniz doğru. Partiler fikirler için ülküler için vardır. Öncelik ülkülerde, fikirlerde değil de şahıslarda ise bir yerde terslik var demektir.

A.S.: Milliyetçilik mefhumuna dâir, teorik bir çalışmanız olmuştu… Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi adını vermiştiniz eserinize. Hattâ tavsiye kitap niteliğindeydi camiada?
Ben o kitabın o kadar etkili olduğunu, inanın, yaklaşık beş yıl kadar önce fark ettim. Niçin geç fark ettim? Ben egoma düşkünümdür. Emin olun daha önce farkına varsaydım, farkına vardığımın farkına varırdım. Meğer etkisi daha ziyade akademik çevrelerde olmuş. Daha açık bir ifade ile 1970lerin sonu ile 1980lerin başında asistan veya akademik kariyer eğilimli öğrenci milliyetçi gençlere etki yapmış. Şimdi o gençler bugünün öğretim üyeleri.
Bir mücadelede, biraz önce bahsettiğimiz fikir savaşında gerekliydi o kitap. Şimdi yine gerekli ama başka türlü yazmak lazım. Kitaplar ne kadar soyut tutmaya çalışırsanız çalışın, zamanlarının etkisi altındadır. Bugün, bugünün meselelerine uygulayarak, bugünün misalleriyle yeniden yazmak lazım.

A.S.: Etnik kategorilendirmeye tabi tutulan Türklük; bir yandan Türksüz İslamcılığın, bir diğer yandan İslamsız Türkçülüğün kıskacında mı kaldı günümüzde?
Etnisite veya ırk derekesine indirmeye çalışılan Türklük demelisiniz…
Az önce 1944’den beri iktidarlar, müttefiklerimizin de teşvik ve tavsiyesi ile Türk Milliyetçiliği’ne cephe aldılar demiştim. Olan ve devam eden budur. Geçmişte sınıf tabanlı olduğunu söyleyen (gerçekte Rusya’ya hizmet eden) bir kozmopolitliğin saldırısı altındaydık. Bugün Müslümancı bir kozmopolitlik var. Onun yanında da enternasyonal destekle üzerimize yürüyen etnik ırkçılık.

A.S.: Bu ülkede, milliyetçiliğin çeşitli fraksiyonları olduğu kanısında mısınız? Ve ayrıca, ulusalcılık diye bir akım söz konusu… Hattâ bu akımın, milliyetçiliğin metafiziğini zedelediği belirtiliyor?
İnsanlar aynı anda iç içe mensup oldukları toplum birimlerinden milletti tercih ediyorlarsa milliyetçidirler. Milliyetçiler her konuda tıpa tıp aynı şeyleri düşünmek zorunda değildirler. Bence “ulusalcılar” da bal gibi Türk Milliyetçisidir. Ancak eski sol alışkanlıkla “millet” demekten gocunuyorlar, “ulus” diyorlar. Bu yönlerinin de zaman içinde tedavi olacağı kanaatindeyim. Şu anda milletin ve milliyetin kendisine, yani bir anlamda fiziğine saldırılırken metafiziğinden ne kastedildiğini bilmiyorum. Fiziğini kurtaralım önce; olur mu?

A.S.: Özellikle devletin varoluşu hususunda bir problem yaşanıyor gibi… Hani şu, “devlet kim için var” meselesi hocam?
Bu o kadar kolay bir soru ki: Devlet gaye tabiî, millet için vardır. Milletin teşkilâtıdır. Başka bir sahibi de yoktur, gayesi de yoktur. Komünizm, yıkılana kadar milleti, milliyeti ve teorik olarak devleti reddede geldi. Bir kısım eski komünist, kartvizitlerini değiştirdiler, üzerine “liberal” yazdılar fakat milleti, milliyeti ve devleti redde devam ettiler. Bu cins liberalizm ve post-modern etiketini taşıyan bazı görüşler neye benziyor biliyor musunuz? Komünizm transatlantiği (öyle büyük bir gemiydi, koskoca SSCB ve Çin’i taşıyordu) realite dağına çarpıp batmış. Deniz dökülenler su üstünde kalmak için tutunacak enkaz parçaları bulmuşlar. O liberalizme epey uzak Marksist ve historisist “liberalizm” ve özellikle Fransız eski komünistlerinin sarıldığı post-modernizm bu parçalar işte. Gerçek tahlisiye başarılana kadar bunlar enkaz çevresinde yüzmeye devam edecek. Fonda da Marksizmin kuğu şarkısı çalmakta…

TÜRKİYE TÜRKSÜZLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR
A.S.: STAR Gazetesi’nin “Açık Görüş”ünde, haftada bir yazılarınız yayımlanıyor. Bir yazınızda; “Türk milletini toplum mühendisleri kurmadı. Jakobenler halkı Türk olduklarına zorla ikna etmedi. Bir İngiliz devlet adamının daha önce de atıf yaptığım bir sözü üzerinde dikkatle düşünmeye değer: “Mısırlıları Türk olmadıklarına ikna etmemiz bir asır sürdü”. Etnik aidiyeti olsun, olmasın, Türkiye halkını Türk olmadığına ikna etmek için kaç asır lazımdır dersiniz?” diye sormuştunuz… Türkiye, Türksüzleştirilmek mi isteniyor?
Haftada bir değil. Şu anda ayda bire daha yakın.
Türkiye Türksüzleştirilmek isteniyor. Denilen de şu: Türk, bir milletin adı değildir. Bir ırkın adıdır. Bir etnisitenin adıdır. Türkiye denilen coğrafyada 36 etnisite vardır. (Kırkın üzerine çıkaran da var…) Türk de bunlardan biridir. Anlaşılan bu 36sı arasında pek de önemlilerinden biri değildir. Hatta diğer etnisitelere sık sık soykırım uyguladığından suçlu bir azınlıktır.
Hitler’e taş çıkartacak bir ırkçılık şu çizdiğim tablo. Her yer ırk, kavim, etnisite falan dolu. Bu ilkel bakış açısıyla Türkiye bir ulus devlet değildir. Zaten Türk diye bir ulus da yoktur. Türkiye, sınırları hasbelkader, tesadüfen belirlenmiş, içinde her dil, din ve etnisiteden insanın bulunduğu Dubai Hava Alanı’nın transit salonu gibi bir yerdir.
Şimdi bu söylenenleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına da aksettirmek lazım. Anayasa’da “Türk”e ne kadar atıf varsa hepsi çıkarılacak. Bu tamamlandıktan sonra aynı tarama kanunlar için de yapılacak. 1919’da de facto olarak yok edilemeyen Türk devleti, 2011’de de jure, yani hukuken yok edilecek.
PKK, BDP, İnsan Hakları Derneği, TESEV, Açık Toplum Enstitüsü gibi kuruluşlar, bu planı ya bizzat işliyor yahut destekliyor.
Dikkat edin… Üniter devlet korunuyor, rahat olunuz deniyor. Kaybettiğimiz üniter devlet değil. Kaybettiğimiz ulus devlet. Ulus devlet kaybolduktan sonra kalanın üniter mi federatif mi olduğu pek önemli değildir artık. Hatta sınırlarının da pek önemi kalmaz. Neye göre, kim çizmiş ki o sınırları?

A.S.: “Tarihin sonu” tezinin dillendirildiği bir çağın yaşayanlarıyız hocam… Bu çerçevede; adına küreselleşme denilen olguyu, insanlığın varacağı son durak olarak görenlerden misiniz?
Gelecek konusunda kesin olan iki şey vardır: 1) Gelecek bugün gibi olmayacak. 2) Gelecek tahmin ettiğiniz gibi olmayacak. Bakın siz bu soruyu bana sorana kadar küreselleşme de geçti gitti aslında!
Bu son durak fikri bana, galiba 1900 yılındaydı, ABD Patent Enistitüsü Başkanı’nın istifa gerekçesini hatırlatıyor. Adam, “icat edilecek her şey icat edildiği için istifa ediyorum” diyor. 20. Asrın başında!

A.S.: Malûm olduğu üzere, çeşitli değişimler ve dönüşümler söz konusu dünyamızda… Meşhur tabirle, “çağın şartları” mevzusu! Peki ya, değişimler ve dönüşümler karşısında, günümüzün Türk milliyetçileri, yeterli çaba gösteriyorlar mı, entelektüel bir seviye yakalanabilmiş durumda mı?
Teori olarak da pratik olarak da Türk Milliyetçiliği belki de tarihinin en zayıf devrini yaşıyor. Entelektüel ve siyasî bir seviye yakalama çabası yok, hatta bunların ne demek olduğu bile pek dert edilmiyor.
Türk milliyetçileri ve Türk Milliyetçiliği bu hale müstahak değildir.

A.S.: Milletin ve milliyetçilerin, ilk sıraya yerleştireceğiniz, en temel problemi ne sizce bu ülkede?
“Biz kimiz?”, “Hedefimiz nedir?”, “Oraya nasıl varırız?” sorularına cevap vermek. Milletin de milliyetçilerin de temel soruları bunlardır. Temel problemleri ise bu soruların temel soruları olduğunu idrak etmeleri.

A.S.: Hocam, zaman ayırıp, soruları cevaplandırdığınız için teşekkür eder; çalışmalarınızın daim olmasını dilerim…
Bana okuyuculara ulaşma fırsatı verdiğiniz için asıl ben müteşekkirim. Sağolun.
"Az önce 1944’den beri iktidarlar, müttefiklerimizin de teşvik ve tavsiyesi ile Türk Milliyetçiliği’ne cephe aldılar demiştim. Olan ve devam eden budur. Geçmişte sınıf tabanlı olduğunu söyleyen (gerçekte Rusya’ya hizmet eden) bir kozmopolitliğin saldırısı altındaydık. Bugün Müslümancı bir kozmopolitlik var. Onun yanında da enternasyonal destekle üzerimize yürüyen etnik ırkçılık." (İskender ÖKSÜZ) Afşin selim MİLLETHABER

Prof. Dr. İskender Öksüz


ABD'de Yale Üniversitesinde Teorik Kimya dalında MS ve doktora yaptı. ODTÜ, Gazi Üniversitesi ve yurt dışında çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptıktan sonra Sevgi Hastanesi kurucuları arasında yer aldı ve 1993- 1996 yılları arasında bu hastanenin genel müdürlüğünü yaptı.


Emine Işınsu (Öksüz)
(d 17 Mayıs 1938), çağdaş Türk yazarı. Gazete köşe yazarlığı, dergi editörlüğü ve yayıncılığı yapan, ödüllü oyunları bulunan yazar, en çok romancılığıyla tanınmıştır.

Işınsu, 17 Mayıs 1938’de babasının Tümen Komutanı olarak görev yaptığı Kars’ta doğdu. Cumhuriyet döneminin tanınmış şair ve yazarı Halide Nusret Zorlutuna ile Tümgeneral Aziz Vecihi Zorlutuna’nın kızıdır. Annesinden dolaylı sürekli edebiyattan söz edilen, şiir okunan bir çevrede, babasının görevlerinden ötürü de Sarıkamış, Urfa, Karaman gibi yurdun çeşitli yerlerinde ve her birinde birkaç yıl yaşayarak büyüdü.
Yetiştiği okullar, bu sık yer değiştirmeleri yansıtır. İlk okulu Urfa, Sarıkamış ve Ankara’da okudu. Liseden mezun olduğu okul TED Ankara Koleji’dir. Bir yarı yıl AFS bursiyeri olarak ABD’de bulundu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı, aynı fakültenin Felsefe bölümlerinde ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nde bir süre okudu. İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okurken bir yarı yıl AFS bursuyla A. B. D.’ne gitti.
İlk eseri 17 yaşında iken basılan şiir kitabı İki Nokta’dır. 1963’de ödül kazanan Küçük Dünya’dan sonra yoğun şekilde romana yöneldi. Roman yazmanın dışında 1970’lerin önemli fikir ve sanat süreli yayınlarından Töre Dergisi’ni 1971- 1981 yılları arasında çıkardı. Birçok dergi ve gazetede yazıları yayınlandı; Yeni İstanbul ve Sabah gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
Yazar evli ve üç çocuk annesidir.
Işınsu’nun romanlarında mekân tasvirlerinden çok insan psikolojisi öne çıkar. Birinci tekil şahıs anlatımıyla yazılan ilk romanı Küçük Dünya’da her şey romanın kahramanın ruh halinden süzülerek aktarılır. Diğer romanlarında birinci tekil şahıs terkedilse de yine olayları ve mekânları kahramanların duygu süzgecinden geçtikten sonra ve onların algılamalarıyla görürüz. Bu psikolojik ağırlık zaman zaman şuur akımını andırır.
Roman konuları arasında kadının tutsaklığı, Türklerin tutsaklığı (Bulgaristan, Kerkük, Batı Trakya), Türkiye’nin sancıları öne çıkar. Son dönem eserlerinde Türk tasavvufunun zirveleri Yunus Emre, Niyazi Mısri ve Hacı Bayram Veli’nin hayatları ele alınmıştır.
ÖDÜLLERİ
• ‘’’Küçük Dünya’’’ ile T. C. Turizm Bakanlığı Sanat Armağanı
• ‘’’Ak Topraklar’’’ ile Türk Edebiyatı Vakfı Roman Ödülü
• ‘’’Bir Yürek Satıldı” oyunu ile Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Radyofonik Oyun Yarışması’nda dram dalı birinciliği.
• ‘’’Sancı’’’ ile Türkiye Millî Kültür Vakfı Roman Ödülü
• ‘’’Canbaz’’’ ile Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü
• Türk Ocakları Hamdullah Suphi Tanrıöver Armağanı
• Karaman Türk Dili Ödülleri, “Türkçeyi Doğru ve Güzel Kullanan Yazar Ödülü”
• İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği), “Şeref Ödülü”
Türk Edebiyatı Vakfı Mütevelli Heyeti üyesi
• İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Merkez Birliği (İLESAM) üyesi
• Türkiye Yazarlar Birliği Üyesi
Romanlar
• Küçük Dünya (1966)
• Azap Toprakları (1970)
• Ak Topraklar (1971)
• Tutsak (1973)
• Sancı (1974)
• Çiçekler Büyür (1978)
• Canbaz (1982)
• Kaf Dağı’nın Ardında (1988)
• Alpaslan (1990)

• Atlı Karınca (1990)
• Un coeur aux encheres (1991)
• Cumhuriyet Türküsü (1993)
• Nisan Yağmuru (1997)
• Havva (1999)
• Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri (2002)
• Bukağı (2004)
• Hacı Bayram (2005)
• Hacı Bektaş Veli (2008)
Küçük Dünya, Yönetmen Osman Sınav tarafından televizyon dizisi olarak çekilmiş ve TRT’de yayınlanmştır. Atlı Karınca,Yönetmen Osman Sınav tarafından televizyon dizisi olarak çekilen bir orijinal senaryodur. Ancak TRT’nin “aydınlarla alay ediyor” gerekçesiyle yayınını yasaklaması üzerine roman halinde yayınlanmıştır.
Oyunlar
• Bir Yürek Satıldı (1967)
• Bir Milyon İğne (1967)
• Adsız Kahramanlar (1975)
TRT’de radyofonik oyun olarak yayınlanan Bir Yürek Satıldı, daha sonra televizyon dizisi olarak filme çekildi ve yine TRT’de yayınlandı.
Diğer
• Dost Diye Diye (deneme-1995)
• Bir Gece Yıldızlarla (hikâyeler- 1991)
“Emine Işınsu’nun Sekiz Romanında Şahıslar Dünyası”, Ayşenur İslam, Gazi Üniversitesi, Ankara, 1992.
“Emine Işınsu”, Ahmet Kökdemir, Doktora Tezi, 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, 1995.
“Emine Işınsu’nun Romanlarında Kadınlar”, Aynur Türkoğlu, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya, 1997.