.

.








9 Mart 2009 Pazartesi

Türkiye Cumhuriyeti'ni kim kurdu?

Yakup Kadri Bey romanlarında özellikle Ankara ve Panorama’da karanlık bir dönemin yaşattığı hayal kırıklıklarını anlatır. Bu karanlık dönem Türkiye’de bütün iktidarın, bürokrasinin elinde toplandığı tek parti devridir. 1950 ve Menderes olayı bu karanlık çağın kapanmasıdır. Bürokratik tutuculuğun Menderes düşmanlığının esas sebebi de onlar açısından bu altın çağın kaybolmasıdır.Bürokratik vesayetAskeri cuntaların, müdahalelerin ve darbelerin dayandığı ideolojik anlayış, bir yönü ile Türkiye’nin demokratikleşmesine ilk darbeyi vuran 27 Mayıs sonrası dönemin ürünüdür. Diğer bir yönünün ise Kadroculuk, Yön hareketi ve tek parti düzeninin ürettiği siyasal kültüre dayandığını sıkça belirtiyorum.İşte 1950 sonrası, bürokrasinin hâkimiyeti halkın seçtikleri tarafından kısmen de olsa ‘yürütme yoluyla’ sınırlandırılınca bürokratik vesayet anlayışı çaresizlik krizine girmiştir. 1960 sonrası daha önce bahsettiğimiz Türk Baasçılığı ise bürokratik vesayetten askeri vesayete geçişi yani yeni bir dönemi ifade etmektedir.Bütün darbeler müdahaleler ve cuntalar kendilerini Atatürk’le meşrulaştırmaya çalışırlar. Bu ne kadar doğrudur? Askeri VesayetTürkiye’deki bütün anti demokratik arayışların, cuntacıların, darbecilerin zihni bir saplantısı vardır. Bu saplantı Türkiye’nin askeri vesayetle kurulan bir devlet olduğu fikridir. Bu saplantıdan rejimi koruma ve kollama görevi gibi bir vazife çıkarırlar. Zannettiklerinin aksine burası bir askeri cumhuriyet değildir. Bu topraklarda bin yıllık bir devlet geleneği vardır. Bu devlet geleneğinin içerisinde demokrasinin olmadığı çağlarda bile, askerin ve ordunun yeri kurumsal olarak belirlenmiştir. Burası Milli Mücadele yıllarında dahi tarihe çok önemli bir kaydın düşüldüğü bir ülkedir. M. Kemal Paşa ve arkadaşları işgal altındaki imparatorlukta kendilerine verilen görev gereği Anadolu’ya geçmişlerdir.Milli mücadele’nin önderleri Anadolu’ya geçtikten sonra Samsun’dan başlayarak öncelikle gittikleri şehirlerin başta önde gelen ailelerin olmak üzere halkı, bugün ki tabirle zamanın Türk burjuvazisini örgütleyerek işe başlamışlardır. Burada ki siyaset etme biçimi askeri bir rejim kurmaya dönük değildir. Milli mücadeleye başlarken bile siyasal bir meşruiyet kaynağı olarak milleti görmeleri, onu kongrelerden kalkarak Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ne taşımaları tesadüf değildir. Şurası iyi bilinmelidir ki 1920’de, Türkiye işgal altındayken meşruiyeti ‘millet’te temellendiren bir anlayış kurmuştur bu Cumhuriyeti. Ülke işgal altındadır. Milli mücadele yapılacaktır ve bu mücadeleyi yapacak olan kadro, işi gücü bırakıp askeri bir örgütlenmeden daha öncelikli olarak kongreleri ve meclisi örgütlemiştir. Bunun anlamı açıktır Kemal Paşa’nın Kazım Karabekir Paşa’nın yazdıklarında bu bilincin kaynağını İmparatorluğun son yüzyılında yaşanan olaylarda ve askerin siyasete karışmasının yarattığı olumsuzluklarda buluruz. Onun için onlar Milli Mücadeleyi meclisin emrindeki bir orduyla gerçekleştirme basiretini göstermişlerdir. 27 Mayıs’ın bozduğu gelenek budur.Milli Mücadele başarıldıktan sonra Kuvay-ı Milliyede ortaya çıkan, birinci mecliste yaşayan ve giderek zayıflayan meşruiyet anlayışı aslında bürokratik vesayetin oluşmasıdır. Tersini de söyleyebiliriz. Türkiye’nin 1920li yıllarında ortaya çıkan, milli meşruiyet kavramını, demokrasiye taşıyacak sivil unsurlar gelişmediği için bürokratik vesayet oluşmuş ve tek parti yönetimi kurulmuştur. En nihayetinde, bugüne kadar Türkiye’de yaşanan darbe ve müdahalelerin dayandığı tez gerçek dışıdır. Doğrusu şudur: Türkiye Cumhuriyeti bir askeri kuruluş değildir. Türkiye’yi milli meşruiyet anlayışıyla milli mücadeleyi başaran Büyük Millet Meclisi kurmuştur. Milli Mücadele’nin kahramanları milletin egemenlik fikrinin savunucularıdır. Bugün, askeri vesayetin savunucuları, militarist ideolojinin temsilcileri ise milletin egemenliğinden rahatsızdırlar. VEDAT BİLGİN 04.02.2010 HABERTÜRK