.

.








7 Mart 2009 Cumartesi

SAVAŞ SANATI

Çinli filozof Sun-Tzu'nun günümüzden 2.500 yıl önce yazdığı "Savaş Sanatı" adlı eser 13 bölümde toplanmış 384 savaş teorisinden oluşmaktadır. Bu teorilere temel olan ilkeler savaş alanında olduğu kadar ekonomi ve politika alanlarında da liderlere yol göstermektedir. En önemli ilkeler ise zaferin mümkün olduğu taktirde savaşsız kazanılması ile, savaş ve rekabette üstünlük kazanma yollarını bulmak için fiziki unsurları, psikolojik faktörleri ve politikayı doğru bir şekilde analiz etmektir.
"Savaş Sanatı" strateji konusundaki en önemli kitaplardan birisidir. Ancak, Clausewitz'in "Savaş Üzerine" adlı yapıtı ile karşılaştırılabilir. 20.yüzyılın büyük liderlerinin çoğunun yararlandığı bu kitabın önemi, savaşla ilgili evrensel prensipleri keşfetmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Sun-Tzu o derece günceldir ki, dünyanın bütün askeri akedemilerinde her yıl sayısız seminer ve tez konusu olmaktadır. 'Dolaylı Strateji" kavramını ortaya atan Liddel-Hart'da fikirlerinin özünü Sun-Tzu'ya borçlu olduğunu saklamamaktadır. ( Dolaylı tutum stratejisi, bir askeri strateji olarak, düşmanın ana kuvvetlerinin savaş alanında imha edilerek yenilmesi şeklindeki geleneksel doğrudan tutumdan farklı olarak, düşmanın fizik ve psikolojik dengesinin bozularak savaşma kararlılık ve gücünün kırılmasına yönelik stratejik tutumlardır.
Yaşamın hemen her alanında uygulanabilen bir genel prensip olarak dolaylı tutum, karşı tarafın direncini zayıflatmak, savunma durumu almasını engellemek ya da en azından teşvik etmemek şeklinde formüle edilebilir. Dolaylı tutumun askeriyede uygulanışı da aynı mantığı içermektedir.
Geleneksel doğrudan tutum, Clausewitz’in Savaş Üstüne adlı çalışmasında en net şekliyle formüle edilen tutumdur. Clausewitz’in formüle ettiği şekliyle, düşmanın ana kuvvetlerinin savaş alanında kesin bir şekilde imha edilmesidir. Savaş tarihi boyunca pek çok komutan ve askeri teorisyen tarafından, savaşı kazanmanın tek kesin yöntemi olarak kabul edile gelmiştir.
Oysa düşmanın hazırlıklı olduğu, öngörebileceği bir hareket tarzı, doğal olarak onun dengesini pekiştirerek direnç gösterme olanaklarını artırır. B.H.Liddell Hart, “Stratejide en dolaşık yol, çok kez hedefe ulaşmada kullanılan en kısa yoldur” diye yazmaktadır.
Bir askeri manevra olarak dolaylı tutum, düşmanın en az beklediği hattan, dolayısıyla en az direnç görecek hattan girişilecek bir ya da bir dizi manevrayı ifade eden taktiksel ya da operatif (operasyona yönelik) bir kavramdır.
Dolaylı tutum stratejisi ise, izlenecek tüm taktik ve stratejilerin, düşmanın fizik ve psikolojik dengesini çökertmeye yönelmesidir. Bunun sağlanması, düşmanın savunma ve direnç gösterme anlamında hazırlıksız yakalanması olduğu kadar, hazırlık yapma olanaklarının elinden alınmasını da içine alır.
Dolaylı tutum stratejisi ilk olarak Liddell Hart tarafından formüle edilmiş olmakla birlikte, tarihteki pek çok kesin sonuçlu harekatta izlenmiş olan bir stratejidir.
Yıldırım savaşı taktikleri de esas olarak dolaylı tutum stratejisine dayanmaktadır. )
Mükemmellik her savaşta çarpışarak kazanmak değildir. En iyi strateji savaşmadan kazanmaktır."
"Eğer kendini ve düşmanı biliyorsan bütün savaşları kazanırsın; eğer kendini biliyorsan düşmanı bilmiyorsan birini kazanır diğerini kaybedersin; eğer kendini ve düşmanı bilmiyorsan bütün savaşları kaybedersin.
"İnsanlar bir kez birleştiler mi; ne cesurlar tek başlarına öne çıkabilir ne de korkaklar tek başına geri çekilebilir."
"Silahların getireceği zararları kestiremeyenler, onları kullanmanın yararlarından habersizdirler."
"Ben savaşırken herkes taktiklerimi görebilir; ama hiç kimse asıl zaferin kaynağı olan stratejiyi göremez."
"Nehir kenarında yeterince beklersen, düşmanlarının cesetleri yüzerek gelir."
"Aslanın komutasındaki tavşanlar ordusu, tavşanın komutasındaki aslanlar ordusundan daha iyidir."
"Yakınına saldırmak üzereyken, uzağa; uzağa saldırmak üzereyken, yakınına gidiyormuş gibi hareket et."
Nicolo MACHIAVELLI

PRENS ( HÜKÜMDAR )

Mezar taşında "Hiçbir övgü bu adam büyüklüğüne erişemez" yazan Machiavelli, son çağın politik bilimini kurmuş ve bu bilime pratik mantığı sokmak suretiyle de felsefi bir özgünlük göstermiştir. Machiavelli hemen her devirde değişik dünya görüşüne sahip kişilerce göklere çıkartılan veya yerin dibine batırılan ama asla ilgisiz kalınmayan "diri" bir düşünürüdür. Prens, işte böyle bir düşünürün, siyaset konusunda hangi ülkeden veya hangi düşünceden olursa olsun herkes için geçerli sayılacak kuramların işlediği bir yapıttır. J.J. Pousseau'ya göre bu kitap bir "yergi" dir. "Krallara ders verilme bahanesiyle, halka nasıl yönetildiklerini öğreten" bu cumhuriyetçinin amacı, "Halkı zulmün boyunduruğundan kurtarmak için, kurnazca uyandırmaya çalışmaktadır. " Bacon ise, "Machiavelli'nin amacı devleti yönetenleri yapmayı adet edindikleri şeyleri göstermektir. Bunların ne yapmaları gerektiğini öğretmek değildir" der. Prens, "iktidarı kullanmanın" yani siyasetin yöntemlerini sanatsal ifadesidir. Bu yüzden hangi dünya görüşünden olursa olsun her siyasetçinin okuması gereken bir kitaptır. Machiavelli'nin, Türkiye'de yayınlanmış tek eseri Prens'tir.anahtar yayınevi çeviren nazım güvenç.

Machiavelli denilince hilekar, hain, barbar bir felsefe akla gelir. Ulaşılacak amaç uğrunda kullanılacak tüm yöntemleri mübah sayan bir tutumu anımsatır. Machiavelli’ye tüm bu kötü şöhreti kazandıran ise 1513 yılında yazılmış olan ancak 1532′ye kadar basılamayan “Hükümdar” adlı eseri olmuştur. Kitapta verasete dayanan monarşiler kısaca anlatılmıştır. Çünkü bir hükümdar normal bir zeka ve basirete sahip olacağından hükümeti kontrol edebilecektir. Öbür yandan, yeni bir monarşinin karşılaşacağı problemler çok daha karmaşıktır. Eğer yeni fethedilen topraklar kendine ilhak edildikleri devlet ile aynı dilden ve aynı milliyetten ise bunların kontrolü nispeten kolaydır. Eyaletlerin idare edilmesi konusunu incelerken, Machiavelli kendi kanunları altında ve hürriyet içinde yaşamaya alışmış bir devletin kontrol altında tutulabilmesi için üç metot ileri sürmektedir. Birincisi, o devleti tamamen ortadan kaldırmaktır. İkincisi, şahsen oraya gidip orada oturmaktır. Üçüncüsü ise onu kendi kanunları ile yaşamaya bırakmaktır. Yeni prenslikler bahsinin tartışılmasında Machiavelli şu uyarıyı yapıyor: “Unutulmamalıdır ki kalabalıklar karakter bakımından güvenilmez olurlar, onları bir şeye inandırmak kolay olmakla birlikte aynı inançta tutmak zordur. Kuvvetle bir yeri ele geçirmek isteyen bir kimse oraya vermek istediği zararı bir darbede açabilmek için acele etmeli, böylece her gün yeni bir hoşnutsuzluk yaratmak zorunda kalmamalı, halka artık bunların sona erdiği intibaını vermeli ki sonra faydalı işler yaparak onların gönlünü kazansın.”Doğrudan doğruya kilisenin idaresi altında bulunan kilise devletlerinden bahsederken de Machiavelli en acı ve iğneleyici ifadeleri kullanmaktadır. Özellikle onaltıncı yüzyıl başındaki Katolik kilisesine, İtalya’yı yabancılara karşı birleştirmediği için acı hücumlarda bulunmaktadır. Kilise ile devletin tamamen ayrılmasından yanadır.Kuvvetli bir devletin iyi bir orduya ihtiyacı olacağı için, Machiavelli askeri işlerin son derece önemli bulunduğunu söylemekte ve bu konuya büyük yer ayırmaktadır. Onun zamanındaki İtalyan devletlerinin pek çoğu kendilerini savunmak için çoğu yabancı olan paralı askerler kullanırlardı. Machiavelli böyle askerlerden oluşmuş birliklerin faydasız ve tehlikeli olduğunu iddia etmekte, vatandaşlardan kurulu bir milli ordunun çok daha etkili ve güvenilir olacağını belirtmektedir.Machiavelli hükümdarların davranışlarını incelemek için birçok bölümler ayırmıştır. O’na göre milletin hayatı onun silahlı gücüne bağlı kaldığına göre, bir hükümdar askeri meseleleri kendisinin başlıca inceleme ve meşguliyet konusu olarak görmelidir. Mevkiini korumak isteyen bir hükümdarın iyi olmaktan daha başka şeyleri de öğrenmesi ve şartların gereğine göre iyiliğini kullanıp kullanamayacağını bilmesi lazımdır. Bir hükümdarın iyi sayılan tüm niteliklere sahip olmasının takdire değer bir şey olduğunu herkes kabul edecektir; ama onun bütün iyiliklere sahip bulunması veya onları devamlı bir şekilde uygulaması imkansız olduğuna göre kendisini iktidardan mahrum edecek kötülüklerden nasıl kaçınacağını bilecek kadar ihtiyatlı olması gerekir.Zalimlik bir hükümdarın tebaasını birlik halinde ve itaatkar tutabilmek için kullanacağı silahlardan biridir. Çünkü hükümdarların şiddeti sadece fertlere zarar verdiği halde onların gereksiz yumuşaklığı bütün devlete zarar verecektir.Machiavelli bir pasajında şöyle demektedir: “Burada şu ortaya çıkıyor: Sevilmek mi korkulmaktan daha iyidir, yoksa korkulmak mı sevilmekten? Belki de bu soruya, ikisini de isteriz diyerek cevap verebiliriz. Ama sevgi korku bir arada pek güç bulunacağına göre, aralarından birini seçmemiz gerekirse, korkulmak sevilmekten daha emniyetlidir. Zira genellikle görülmüştür ki insanlar nimete şükretmesini bilmeyen, güvenilmez, tehlikeden kaçmaya çalışan, kazanç hırsı ile tutuşan, kendisine menfaat sağladığınız müddetçe size bağlı, tehlike uzakta oldukça kanını dökmeye, çocuklarını bile feda etmeye hazırdırlar; ama onlara gerçekten ihtiyaç duyduğumuz zaman sırtlarını dönerler.”Hükümdar’ın hiç bir bölümü “Hükümdarlar sözüne sadık olmak için ne yapmalıdır?” başlıklı bölümü kadar eleştirilmemiştir. Yazar burada dürüstlüğün övgüye değer olduğunu kabul etmekte ancak siyasi iktidarın muhafazası için hilekarlık, iki yüzlülük ve yalan yere yemin etmeyi de zorunlu saymaktadır. Machiavelli, bir hükümdar için nefret edilmekten ve horlanmaktan kaçınmanın esas olduğunu söylemektedir. Bir hükumdarın güvenilmez, laubali, efemine, korkak, karasız olduğu görülürse onu kimse ciddiye almaz. Eğer halk bir hükümdardan nefret ederse onu şatonun kalın duvarı bile kurtaramaz. Bir hükümdar kendisini kabiliyet ve liyakat sahiplerini koruyan biri olarak göstermeli, her ilim ve sanatta yükselmiş kişilere ihsanda bulunmalıdır.Kitap, “İtalya’nın Hürriyete Kavuşturulması İçin Bir Öğüt” bölümüyle biter. Artık yeni bir hükümdarın, “Bir İtalyan Kahramanı”nın ortaya çıkma zamanı gelmiştir; çünkü İtalya şimdiki ümitsiz halinde bir Yahudiden daha çok esir, bir İranlı’dan daha çok ezilmiş, bir Atinalı’dan daha çok bölük-pörçük olmuştur; lideri yoktur, nizamı yoktur, yenilmiş harcanmış parça parça edilmiş, bitirilmiş, her yönden tükenip yıkılmaya terk edilmiştir. Kendisini barbarca zulümlerden ve ezilmekten kurtaracak birini göndermesi için Tanrıya nasıl yalvardığını görüyoruz. Eğer bir lider bulunsaydı, o ne derse desin takip etmeye nasıl hazır ve istekli olduğunu da görüyoruz.”…Machiavelli, bu cazip hitabesini şu sözlerle bitiriyor: “İtalya’nın beklediği bu fırsat kaçırılmamalı. Ona bu fırsatı verecek adamı (yeni hükümdar) düşman işgalinden ızdırap çeken bütün eyaletlerin nasıl bir aşkla, nasıl bir intikam susamışlığıyla, ne kadar sadakatle, nasıl bir bağlılıkla, ne göz yaşlarıyla karşılayıp kabul edeceği benim şu kelimelerim hiç bir zaman ifade edemez. Ona hangi kapılar kapanacak? Kimler ona boyun eğmeyi reddecek? Onun yoluna hangi kıskançlık çıkacak? Hangi İtalyan önünde saygı ile eğilmeyecek? Bu zalim diktatörlük herkesin burnunun direğini sızlatmaktadır.”Sonuç olarak Machiavelli’ye göre Devletin menfaatleri uğruna herşey mübahtır ve devlet hayatı ile özel hayatın ahlak ölçütleri birbirinden farklıdır. Bu doktrine göre bir devlet adamının özel müzakerelerde tamamen ayıp, hatta suç sayılacak hile ve şiddet yollarına başvurması normaldir. Hükümdar bu ana fikirle beraber hükümdarlara, iktidarı nasıl kazanacaklarını ve nasıl ellerinde tutacaklarını öğreten bir rehber, bir el kitabıdır.

Carl Philipp Gottlieb von Clausewitz (1780 - 1831), Prusyalı general ve entelektüel.

Orta dereceli feodal bir aristokrat aileden geliyordu. Adındaki "von" sözcüğü onun aristokrat olduğunu gösterir. Devrimci Fransa'nın ordularına karşı piyade askeri olarak çarpışmalara katıldı, ilk askeri tecrübelerini böyle kazandı. (Napolyon Savaşları.) Kısa süre sonra Prusya devletinin kalbinde askeri-siyasi bir kurmay subayı olarak görev aldı.
Babası da Prusya ordusunda subaydı. Clausewitz ilk muharebeye 13 yaşındayken girdi. 38 yaşında tuğgeneralliğe terfi etti. Aristokrat ailelerden birinin kızıyla evlendi. Askeri yetenekleri sebebiyle Berlin'deki merkezi askeri çevrelere girdi. 1812-1814 yılları arasında Rusya'daydı. Burada da Napoleon birliklerine karşı savaşlara katıldı.
Napoleon'un sonunu getiren Belçika'daki Waterloo Savaşı'nda önemli rol oynadı.
1818'de tekrar Prusya Savaş Akademisi yöneticiliğine getirildi. Bu görev başındayken öldü.
Clausewitz'in en ünlü eseri Savaş Üzerine'dir. Ona göre, "Savaş siyasetin başka araçlarla" (şiddet araçlarıyla) "devamıdır." Bütün savaşların amacı, düşman silahlı kuvvetlerini yoketme yoluyla onun iradesini teslim almaktır. Taktik, muharebe bilimi; strateji de savaş bilimidir. Taktik zaferler fiziki olgulardır; ama stratejik zafer manevi bir olgudur. Savaşta savunma pozisyonu saldırı pozisyonuna göre, pasif ve dolayısıyla savaşın doğasına aykırı olmakla birlikte avantajlı bir pozisyondur. Bu kitap hemen bütün dünya dillerine tercüme edilmiştir. Hayattayken kitabını yayınlayamadı, bunda mükemmelliyetçi üslubunun da payı vardır; ancak karısı onun notlarından yararlanarak kitabı yayına sürdü.
Clausewitz savaş üzerine teknik-matematik teorilerin yersiz olduğunu, çünkü savaşın kendi kuralları ve yasaları olmakla birlikte esasen bir belirsizlik ortamı olduğunu söyler. Bu nedenle kitabının üslubu da hayli derindir. Clausewitz'e göre bütün savaşların belirleyici unsuru muharebelerdir; incelemesine de muharebelerden başlar. Son derece çarpıcı diyalektik bir kavrayışı vardır. Yaşadığı dönemde Hegel'den etkilendiği bilinir; ancak üslubu daha çok Karl Marx'ı hatırlatır.

Savaş Üzerine, bu konuda yazılmış önemli eserlerden biridir. Bolşevik devriminde Lenin'in ondan ciddi olarak yararlandığı bilinir. Eseri okumuş olmak öyle bir otorite hissi yaratır ki, Hitler bu durumu generallerle tartışması sırasında "ben Clausewitz'i okudum, sizden öğrenecek bir şeyim yok" diyerek ifade etmiştir.
Clausewitz savaş tarihinde başka hiç kimsenin olmadığı kadar teorik tartışmalara konu olmuştur. Savaş Üzerine'nin birçok bölümü gelişen konvansiyonel ve düşük yoğunluklu savaşlarla birlikte tartışmaya açılmakla birlikte bu durum teorik tespitlerin kuvvetini azaltmamış, tersine Clausewitz'in değerini artırmıştır.

"Bir evde yangın çıktığı zaman, ilk önce soldaki evin sağ duvarını ve sağdaki evin sol duvarını korumaya bakmalıyız; çünkü, örneğin, soldaki evin sol duvarını korumaya kalkışacak olursak, evin sağ tarafı sol duvarın sağına düşecektir, ve yangın bu duvarın sağında olduğuna göre (çünkü evin yangının solunda bulunduğunu farz etmiştik), sağdaki duvar yangına soldaki duvardan daha yakın olacaktır ve evin sağ duvarı, evin korunmuş olan sol duvarına sıçramadan önce korunmadığı takdirde alev alabilecektir; dolayısıyla, korunmamış olan bir şey yanabilecektir ve başka bir şeyden, bu şeyin korunmamış [sayfa 38] bile olsa, daha çabuk yanabilecektir; dolayısıyla, berikini korumaktan vazgeçmeli ve ötekini korumalıyız. Bu durumu gözümüzün önünde canlandırmak için, evin yangının sağ tarafında mı, yoksa sol tarafında mı bulunduğuna bakmamız gerekir: eğer ev yangının sağ tarafında bulunuyorsa, sol duvarını, sol tarafında ise sağ duvarını korumamız lazımdır."

Savaşlar çağının sürdüğünü, günümüzde teknolojinin varlığını hissettirmesiyle bunun ivmesi ve boyutunun artık başka bir seyir aldığını söyleyebiliriz. Ama değişmeyen bir gerçek var ki: savaşın yüzü, getirdikleri, insanlığa yaşattıkları.Ünlü bir askeri kişilik olan Clausewitz, yaşadığı dönemin savaş gerçeğinin birebir tanığı.Orduda her kademede görev alan, askerlik ve savaş üzerine düşünüz yazan biri.1818`lerde Prusya ordusundayken Harp Okulu Komutanlığı`na atanır.Burada görev yaptığı sırada kaleme aldığı Savaş Üzerine, onun savaş deneyimi kadar savaş üzerine geliştirdiği kuramları da içeren bir temel kitap.20.yüzyılın savaşlar çağı olma özelliğini kavrayış bilinci, politika ve savaş ikileminin iç içeliğinin doğurduğu sonuçlar, gelişen teknolojinin toplumsal yaşamdaki izleri, ülkeler arsı değişime etkisi Clausewitz`in öngörüsüyle Savaş Üzerine`de yer alır.
Bu kitap savaş tarihi, savaş sanatı kadar savaş teorilerini içermesiyle de vazgeçilmez nitelikte bir kaynak."Savaş nedir" sorusundan savaş planına, savaşın ritüellerinden etkilerine, savaş stratejisinin yöntemlerinden savunma biçimlerine uzanan sürecin bütün boyutlarının neleri içerdiğini anlatan yayımlandığı günden bugüne alanında tek kitaptır.
SAVAŞ SANATI, SUN TZU



“Eskinin usta savaşçıları belli etmeseler de inceliklerinden.
Gizemli bir güçleri vardı,
Öyle derinlerdi ki bilinmezdiler.
Bilinemez olduklarından
Onları betimlemeye çalışacağım:
Savaşçılıkları kışın ırmağı geçmek gibiydi;
İhtiyatları, çevredeki her şeyden korkanların ki gibi.
Konuk olarak ciddiydiler,
Çözülme noktasındaki buz kadar gevşek.
Yontulmamış tahta kadar yalın,
Vadi kadar açık,
Bulanık sular kadar anlaşılmazdılar.”
Tao Te Ching

İnsan ve toplum yaşantısının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan çatışmanın ve dolayısıyla
uzlaşımın doğasını ifade ederek kişisel ya dakişiler arası olandan uluslararasına kadar pek çok alanda ortaya çıkan sorunlar üzerine kapsamlı bir yaklaşımla Savaş Sanatı, en büyük strateji klasikleri arasında yerini almıştır.
Ne savaşın ne de barışın artık kendi bağlamlarında ele alınmasının olanaksızlaştığı çağımızda günümüz yorumcuları tarafından çağdaş politikaları ya da marka stratejilerini belirlemede başvurulan bir kaynak olmuştur.
Yaşamın temelinin savaş mı yoksa barış mı olduğu sığ tartışmaları içerisinde barışseverliğin pasifliği ile savaşın “güç,haktır” gösterileri arasında yıkıcı ve tazmin edilemez boyutlara ulaşması karşısında bir klasik olarak eserin bu şekilde uyarlanması ve yorumlanması yeterince büyük bir talihsizliği ortaya koyuyor.
Oysa eserin başından sonuna hakim düşüncesi, ilham aldığı Taoist geleneği de çok iyi bir şekilde aktarıyor :

“Girdiği her savaşı kazanan usta bir savaşçı değildir, en büyük zafer savaşmadan kazanılandır.”

Çünkü bir kez cenk ve silahlar ortaya çıktı mı bu herkes için tam bir yenilgidir.
Walter Benjamin, savaş artık bir kahramanlık konusu olmaktan çıkmıştır ve farklı boyutlara taşınmıştır. Zaten yıkıcı olan savaş artık bir sayım ve hesaplama sorununa dönüşecektir, demiştir.
Taoizmin temelinde yer alan denge ve uyum arayışı doğal ve sağlıklı bir uzlaşımı ve bunun için gerekirse savaşı bir iyileştirme aracı olarak kullanmayı öngörüyor. Oysa günümüz politikalarının kendisine yarattığı ortak bir sahne olan ekonomi dünyasında bununla ilgili benzerlikler bulmak için yapılan tüm zorlamalar yetersiz kalıyor çünkü ekonomik rekabet uzlaşıyı dışlar, orada her daim rekabet esas olmaktadır.
“Dünya Yol’a sahip olduğunda,
Koşan atlar tarlaları sürmekten yorgun düşer.
Dünya Yol’dan yoksun kaldığında,
Savaş atları yetiştirilir kent dışlarında.
Açgözlülüğü onaylamak kadar büyük suç yoktur,
Hiçbir bela hoşnutsuzluktan büyük olamaz,
Hiçbir kusur mülkiyetçilik kadar kötü değildir”
Tao Te Ching

Tüm bunlara ışık tutabileceğini düşündüğümüzden ötürü Sun Tzu’nun yaşadığı ve eserini kaleme aldığı dönemden bahsetmenin faydalı olacağı fikrindeyiz. Savaş Sanatı eserinde en açık etkilerini gördüğümüz klasiklerin başında gelen I Ching (Değişimler Kitabı) çok uzun zaman tilmizler şeklinde tefekkür ve dönüşüm amaçlı olarak kullanılıyordu. Kitap Çin hanedanlık geleneğinin kurucusu sayılan efsanevi Sarı İmparator’dan beri gelen geleneğin ürünlerinden biriydi ve uzun dönem egemen olmuş Chou (Zhou) hanedanlığının siyasi bilgelerince M.Ö.1000’li yıllarda kaleme alınmıştı. Bu hanedanlığın dağılması ile birlikte yaklaşık 200 yıl süren Savaşan Eyaletler dönemi başlamış, istikrar sona ermiş, iç savaşlar, kargaşalar dönemine girilmiş ve ahlaki değerlerde ciddi bir düşüş ortaya çıkmıştı. Savaşan Eyaletler için Stratejiler adlı kitabında Chan Kuo Ts’e dönemi betimlerken erdemin giderek yok olduğundan, yıllar süren şiddetli çarpışmalar yaşandığından ve öne geçmek için eyaletlerin tutuştuğu bu kavganın yöneticilerinin utanmazca hırslı oluşlarından kaynaklandığını belirtmişti. Konfüçyüs da bu dönemde yaşamış ve hayatını yüzyıllar süren bu çatışmanın ortaya çıkardığı insani değerlerdeki yozlaşmaya karşı savaşmaya adamıştı. Onun düşüncesi Chuang Tzu tarafından devralınmış ve Lao-tzu’nun da katkılarıyla dönemin deformasyonuna engel olmaya çalışılmıştı.
Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz Sun Tzu işte böyle bir dönemde yaşamış ve kaleme aldığı eserinde savaşın pek çok zor yönüne temas ederek bireysel ve toplumsal erdemlere bir yakınlık aşılamaya çalışmıştır. Onun eseri kendi ilkeleri doğrultusunda çatışmanın doğasının kavranılması yoluyla savaşı gereksiz kılmayı amaçlamaktadır. Doğunun saldırıyı da kapsamakta olan tüm savunma sanatları aynı prensiple ortaya çıkartılmışlardır. Bu aynı zamanda bu psikolojik halin hâkimiyetinde sağlıklı bir iletişimin de tarifini yapar.

“Değişim ve hareketin zamanı vardır; güvenlik ve tehlike kişinin kendi içindedir.” Denge ve Uyumun Kitabı

Bunu da eserin geneline hakim olan çelişmezlik, yapmamak ve boşluk-doluluk gibi Taoist ilkeler doğrultusunda açıklamaktadır. Çünkü insan sonsuz değişkenlik içindeki evrende kendine yer bulma, güvenliği sağlama ve varlığını sürdürme çabasındadır. Güvenlik bu sebeple doğal bir süreçtir ve tıpla savaş sanatları arasında bu doğrultuda temel bazı paralelliklerden de bahsedilebilir. Bu doğrultuda, eski bir Çin öyküsü bize pek çok ipucu sunacaktır:
Bir efendi, hekimler ailesinden bir iyileştiriciye kardeşler arasından bu sanatta hangisinin daha hünerli olduğunu sorar ve tıp konusunda Çin’de çok ünlenmiş olan bu hekim ona şu cevabı verir : “En büyük ağabeyim, hastalık henüz ortaya çıkmadan onu uzaklaştırır; bu sebeple ünü evimizin dışına çıkmamıştır. Ortanca ağabeyim, hastalığı başlangıcında iyileştirir ve bu nedenle de ünü semtimizin dışına çıkmamıştır. Ben ise ilaç yazar, masaj yapar, damarları delerim. Bu nedenle adım siz efendilerin kulağına kadar gider.”
Sun Tzu’ da savaş sanatlarında benzer bir derecelendirmeden bahseder. En iyi savaşçı savaşmadan kazanandır, der. O, düşmanın planlarını açığa çıkartır. İkincisi düşmanın iletişim ağlarını bozarak, üçüncüsü silahlı kuvvetlerine saldırarak ve en kötüsü de kentlerini kuşatarak kazanandır, der. Yani en iyi savaşçı zaferi en kolay olduğu anda kazanan, bu sebeple de pek çok kişi tarafından zaferi ödüllendirilmeyen ve ünlenmeyen savaşçıdır. Tıp sanatı ile benzerliği de ilgi çekicidir. Düşmanın planlarını ele geçirmek, hastalığı ortaya çıkmadan belirlemek; iletişim ağlarını bozmak, hastalığın başka organlara bulaşmasını engellemek; silahlı kuvvetlerine saldırmak, ilaç tedavisi uygulamak; kentlerini kuşatmaksa ameliyat yapmak gibidir. Amaç her ikisinde de sağaltımı gerçekleştirmek ya da çatışmayı en doğal yolla ortadan kaldırmaktır, dahası ortaya çıkmadan ve bir şey yapmadan.

“Zoru henüz kolayken tasarla, büyüğü henüz küçükken yap. Dünyanın en zor işleri henüz kolayken gerçekleştirilmeli, dünyanın en büyük işleri, henüz küçükken yapılmalıdır. Bu nedenle bilgeler asla büyük olanı yapmazlar ve ululuklarına bu yolla ulaşırlar.”

Bunun için aslolarak bir şey yapmış olmak gerekmez çünkü klasik bir belgede de dendiği gibi; “Ancak görevlerimizi yaptığımızda hazırlıklıyızdır ve hazırlıklıysak sorun çıkmaz”. Buna engel olan temel şeylerden biri bütün doğu strateji kitaplarında vurgulandığı gibi duygusal tepkimelerin ve takıntıların yönlendirmesinde hareket etmektir. Akılcı bir yaklaşımla eğer çatışmaların doğasını bilebilirsek tüm çatışmaları doğal bir şekilde çözebileceğimiz gibi bu bize çatışmalardan kaçınmanın yolunu da gösterir. Bu aynı zamanda derin bilginin yoludur ve güçlü eylemin. Derin bilgi görmeden bilir ve uygulanışını da çaba sarf etmeden elde eder. Çünkü duygulanım ortaya çıkmadan önceki denge, ve ya duygu ortaya çıkmış olsa da tüm olan biten arasında uzlaşım demek olan uyum elde edilmeden savaşçı nesnelliğini ve tarafsızlığını yitirir. Olayların iç yüzünü göremez ya da bunu zamanında gerçekleştiremez ki gerçek bilgi de kapının dışına çıkmadan bilmek, pencereden bakmadan gökyüzünü görebilmektir. Çünkü usta savaşçıyı diğerlerinden farklı ve zaferini algılanmaz hale getiren kendi aksiyonunu sıradan bir zekânın durumu belirleyişinden çok önce gerçekleştirmiş olmasıdır.

“Eylemden sonra duyumsayıp kavramaya kavrayış denilmez. Çabayla kazanılana başarı denmez. Gördükten sonra bilmeye bilme denmez. “ Denge ve Uyum Kitabı

Görüldüğü gibi Sun Tzu’nun Savaş Sanatı adlı eseri incelendiği takdirde basit ilkelerden oluşuyormuş gibi görünse de Taocu ilkelerden, gelenekten ve Taoizm’in bahsettiği derin psikoloji bilgisinden bağımsız olarak ele alınamaz. Rahatlıkla değerlendirilen Savaş Sanatı ilkelerinin uygulamada bu ayrıntılı psikolojik süreçler olmadan başarılı olması neredeyse tesadüflere mahkumdur.
Ayrıca unutmamak gerekir ki gerçek kavrayışın (dinginlik, görmeksizin bilme durumu) ele alınması zafer için olmazsa olmaz bir koşul niteliği taşıması ile ilgili değildir. Unutmayalım ki amaç tıpkı sağaltım işinde olduğu gibi çatışmayı bir silahlı mücadeleye girişmeden ya da en azından düşman kentlerini kuşatmadan çözümlemek ya da gereksiz kılmaktır. Bunun yolu ise öncelikle derin kavrayış ve güçlü eylemden geçer. Bu yolla bir şehir ya da bir birey çatışmaları ortaya çıkaran duygulanımların üstesinden gelmiş ve nesnel bir kavrayışa ulaşmıştır. Çatışmanın fiziği ve psikolojik bilgisi sayesinde saldırılamaz bir güce ulaşmıştır ya da bir başka deyişle bağışıklık sistemi güçlenmiştir. Çünkü amaç hiçbir zaman zafer olmamıştır. Cheng Yi bizi bu konuda uyarır ve ne denli talihli olsak da sonuçların tümüyle iyi olmadığı durumların bulunduğuna dikkatimizi çeker. “Yangın Çıkarma” bölümünde Sun Tzu “tehlike olmadığında savaşma” der. İçte ve dışta tehlikeyi güvenlikle,
düzensizliği düzenle değiştiren ve kendi içinde bir dinginlik elde eden kişi en yakından en uzağa, en derinden en yüzeysele kadar tüm çatışmaların uzağındadır. Çünkü başarı hırsıyla başarı elde etmiş olan kimse bile çatışmayı çözümlememiş fakat bu başarıyı kendi içine bir çatışma nesnesi olarak yerleştirmiştir. İç olarak doğru şekilde denge ortaya çıkmadığı için bu güvensizlik kişiyi kavgacı kılar ve yeni savaşlara iter.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz tüm bu ilkelerin iletişimde kullanılması açısından ise, iletişimsel çatışmalar bir denge yitimi olarak ortaya çıkar ve kişiler kendi durumları açısından tazmin edilmeyi ararlar. Çatışmanın gerçek anlamda sonlanması demek, dengenin yeniden kazanılması, çatışkıyı besleyen duygulanım durumlarının üstesinden gelmek, eğitici niteliğin ortaya çıkması ve karakter formasyonudur. Çatışmalarımızda kişisel zafer aramak bizi zorbalara dönüştürür. Yeni çatışmalar yaratmadan önce içte iyileşmesi gereken kusurlar için mücadele etmeden her bir çatışmayı iç boşluğun doldurulması için bir araç gören kişi, gerçek bir sebep olmadan ordusunu savaşlara iten kentleri ifade eder. Zafer için savaş aramak anlamına gelir bu ya da iyileşme duygusunu tatmak için hastalanmak. Etrafına sağlıklılığı değil sağlıksızlığı bulaştırır. Oysa iletişimde amaç, kişinin kendi durumu açısından haklı olması ya da bir şekilde haklılığını empoze etmesi değil, mutlu olmaktır. Çatışmada zafer bir nesne gibi aranırken yani ne olursa olsun galip gelmek istenirken, çatışma daimi hale geliyor ama artık sadece dışarıda değil, içeride de. Küçük muharebeler kazanılırken büyük savaşlar kaybediliyor. Anlık hazlar için sağlıklılık terk ediliyor. Savaşın daimi tehdidi insanların zihnindeki barış imgesini kırıyor ve anlaşılmasını gün geçtikçe zorlaştırıyor. Yani çatışma bir araç değildir, bize mutluluğu ya da sağlıklılığı getirmez. Çatışma bir süreçtir ve doğal sınırları aştığında baskıyı ve acı nesnelerini ortadan kaldırmak amacıyla ortaya çıkar. Bir çatışmanın varlığı her ne kadar öngörülebilir olsa da aynı zamanda unutmamak gerekir ki o, olağanüstü bir durumdur.
Çatışma, baskıya karşı koymanın ya da tutkuların yol açtığı acıların savuşturulmasında kullanılır. Bunu da göz ardı etmeyerek “Çatışkıda içtenlik vardır” diyen I Ching tilmizine Cheng Yi’nin yaptığı “çatışma, gereksinimden doğar” açıklamasını vurgulamak yerinde olacaktır. Böyle bir çatışmanın içeride ya da dışarıda ortaya çıkmasını önlemenin ilk yoluysa halkta bir ahlak gücü yaratmaktır. Çünkü Taocu geleneğe göre kültür, askeri olana kıyasla öncelik taşımaktadır. Bu doğal bir savunma hattı ya da güvenlik koridoru oluşturmak anlamına gelir ki bu bilgiler ışığında Delia Steinberg Guzman’ın “güvenlik, doğallık getirir” sözü çok daha açık hale gelecektir. Çünkü savunmanın ya da güvenliğin çok içerilerde başladığını unutmamamız gerekmektedir. Barışçı Budist ya da Taoist okullarda dahi öğrencilere bu sebeple değerlendirme, sezgisel düşünce, psikolojik ve fiziksel hijyen ve iyileştirme alıştırmalarından oluşan savaşçı pratikler aktarılmıştır. Savaş, şiddetin durdurulması anlamında adalete, zayıf olanı korumak anlamında ise insancıllığa dayanır ama Sun Tzu’nun da belirttiği gibi söndürülmesi gereken bir ateştir ve söndürülmediği takdirde kendisiyle birlikte her şeyi küle çevirecektir. Bu ölçülü tutum, “Savaşmak” bölümünde şu şekilde görülür : “silahların kullanılmasından doğacak zararları kestiremeyenler, onları kullanmanın yararlarından da bihaberdirler.”
Sun Tzu şöyle der : “Silahlar uğursuz araçlardır – aydınlanmışlara özgü değildir-. Ortada onları kullanmaktan başka yol yoksa dingin ve hırssız olmak, zaferi kutlamamak en iyisidir.” I Ching’de ise “savaşa ancak son çare olarak ve yalnızca haklı bir dava adına başvurulmalıdır” der. Cheng Yi’de I Ching’deki bu tilmizi şöyle açıklar : “haklı olmayan ve yalnızca dert açacak olan bir dava adına ordu kurar ve birlikleri harekete geçirirsen insanlar gerçekten boyun eğmez, yalnızca buna zorlanırlar. Bu nedenle bir ordunun rehber ilkesi, doğruluk olmalıdır.” Az sonra bu konuyu Savaş Sanatı’nın temel ilkeleri arasında yer alan Yol ilkesi içinde ele alacağız.
Tüm bunlarla birlikte eserinde Sun Tzu, savaş ilkelerini, gerekliliklerini, yöntemlerini, organizasyon ve liderlik ilkelerini aktarır.
Eser, askeri hareketler bakımdan beş değerlendirme kriterinden bahsederek başlar : Yol, hava koşulları, arazi, askeri önderlik ve disiplin.
Yol ilkesi, yüreklerde ve akıllarda bir birlik elde etmeyi ifade eder. Halkın önderleriyle aynı hedefleri paylaşması ve hedefin edinimine yönlenmesi anlamına gelir. Halkta kararlılığı ve insancıllığı ile bağlılık oluşturmuş, kitleleri yönlendirme yeteneği olan ve doğal hedeflere ilerleyen liderler için yol ilkesi açıktır. Bir beyitte, onları çocukların gibi görürsen, senin için seve seve ölüme giderler, der. Yol, etkinlik için vazgeçilmez olan birlik ilkesidir. Böylece onlar ölümü ve yaşamı korkmaksızın paylaşırlar.
Hava, mevsimlerle ve daha spesifik olarak zamanlama ile ilgilidir. Doğru zamanda hareket etmek, mevsimleri gözlemlemek ihtiyatlılığın ilk aşamasıdır.
Arazi, hava ilkesi ile birlikte de değerlendirilebilir. Aynı zamanda lojistik hazırlıklılığı da kapsamaktadır. Mevzilenmek için yüksek, güneşli ve yiyecek temin edilebilecek seçimler tavsiye edilir. Fakat sadece fiziksel koşullardan bahsetmek konuyu indirgemek olacaktır. Aynı zamanda psikolojik süreçleri ve etik hazırlığı da açıklamaktadır. Buna istinaden, “Arazi” bölümünde bir zafer aramadan ve suçlanacak olmasından çekinmeden sadece insanları korumak ve ülkenin yararı için çekilen komutanın verdiği değerli hizmetten bahsedilir. Bugün marka stratejileri açısından ise arazinin, mevcut koşulların yorumlanması açısından değerlendirildiğini görüyoruz. Bu alanda hareket kabiliyetini arttıran ihtiyatlılığın ilkeleriyle karşılaşıyoruz.
Askeri önderlik, kendisinin değerlendirilmesi için beş kriterle birlikte sunulur. Bunlar; zeka, güvenilirlik, insancıllık, cesaret ve kararlılıktır. Her biri salt kendileriyle birlikte bir erdem olmanın ötesinde bir kusur olarak da ortaya çıkabilir. Sırf zeka, isyankarlığı, insancıllık zayıflığı, güven aptallığı, cesaret şiddeti, kararlılık ve katılık ise zulmü ortaya çıkarabilir. Bu sebeple önderlik, hepsini birden gereksinir. Güvenilirlik ve kararlılık, önderin net ve kendinden emin oluşunu, adil olması sebebiyle de güvenilir ve kararlarının sorgulanmaz oluşunu ifade eder ki bu sebeple bu ikisi bağlılık ve itaat kazanan erdemlerdir. Hepsi birer birer adil olmanın araçlarıdır ve önderi inşa ederler. Çünkü yetke yalnızca rütbe değil, zaman zaman korku verici ve karizmatik kişisel erk anlamına gelir.
Disiplin, örgütlenme ve emir-komuta zincirini, liderin örgütsel ustalığını izah etmektedir. Bu yolla Sun Tzu, bireysel olandan kolektif organizasyonlara dek geniş bir alanda uygulanabilecek bazı ilkelerden bahseder. Kalabalık orduların gruplara ayrılarak daha kolay yönetilebileceğini fakat yine de birleşik bir komuta olması gerektiğini söyler. Çünkü bir ordu için birden fazla patron, kötülük getirir. Bağlılık oluşturmadan cezalandırmak, askerleri görevlendirmeyi zorlaştırırken, verilen cezaların uygulanmaması da istihdam etmeyi zorlaştıracaktır. Ayrıca emirlerin yumuşaklık ve insancıllıkla uygulanmasını fakat savaşçıları birleştirmenin sertlikle yapılması gerektiğini söyler. Bu emir komuta zincirinin ayakta tutulması da işte bu ödül ve ceza araçlarının yerinde ve uygun bir tarzda kullanılmasını gerektirir. Komutanlar zayıf ve otoriteden yoksun , emirler açıklıktan uzaksa bu kargaşadır ve bu yol yenilmeye gider, der, Sun Tzu.
Tüm bunların ardından, Sun Usta, şunları sor der kendine : kimin yolu var? Kim daha elverişli iklim ve araziye sahip, kim disiplinli ve kimin ödül ceza sistemi açık? İnsanların kalbini kim kazanıyor ? Böylece kimin galip gelebileceğini anlarız. Çünkü zafer, muharebeden önce kazanılır.
Bir sonraki bölümde ise boşluk-doluluk prensibinin kullanılışından bahsediyor, Sun Tzu. “Askeri harekatta hile gerekir. Yeterliyken yetersizmiş gibi davran. Etkinken etkin değilmiş gibi davran.” Göğüs göğse çarpışmak zorunda kalmadan önce savaşçının düşmanını kaçarak yorması, safları arasında bozgun yaratması, duygularını saptırarak kendi öfke ya da gururunu ona karşı kullanması salık verilir. Toplumsal, psikolojik ve fiziksel alanlarda aynı ilkenin uygulanışıyla düşmanı şaşırtmak, gizlilik ve yanlış yönlendirme yoluyla öngörülebilir olmadan düşmanın planlarını ortaya dökmek esas sanatlar sayılırlar. İyi savaşçılar karşılarındakilerin ayaklarına gitmektense, onların kendilerine gelmesini sağlar. Kendi enerjisini muhafaza ederken, başkalarını enerjilerini harcamaya sevkeder. Bu diri kuvvetten kaçınıp, gerileyeni ve zayıflamakta olanı vurmaktır. Peki nasıl olacakta düşmanın en iyi noktada mevzilenmişken ayağımıza gelmesini sağlayacağız? Bunun yolu az önce bahsettiğimiz boşluk-doluluk prensibinin kullanılmasıdır. Düşman, kazanma olasılığına gelecektir ve kaybetme olasılığıyla da vazgeçecektir. Onların tutkularını kullanmak, zayıf görünerek içlerindeki zafer tutkusunu kışkırtmak yoluyla ordunun kaybetmeyeceği yerde mevzilenmişken düşmanın ayağına gelmesi sağlanır. Üstelik bu düşman için enerji kaybı, ordu için tasarruf ve eminlik taşır.
Savaş Sanatı yorumcularından olan ve Tang hanedanlığında askeri stratejilerdeki ustalığıyla tanınmış bir yöneticiyken Taoculuk’u incelemek üzere dağlara çekilen Li Quan’ın anlattığına göre Han Hanedanı generallerinden biri baş kaldırıp Hunlara katılmış. İmparatorun gönderdiği on casus da düşmanın zayıf olduğunu söylemişler. İmparator daha sonra Lou Sing’i göndermiş ve o da Hunlara saldırmanın doğru olmayacağını, çünkü sadece yaşlı ve zavallıları gördüğünü ve güçlü olup zayıfmış gibi davrandıklarını söyler. İmparator, kızar ve kendisini engellemeye çalıştığı düşüncesiyle Lou Sing’i cezalandırır. Ordunun başına geçer ve yola çıkar. Hunlar ise çevrelerini kuşatır ve onları erzaksız bırakır. Li Quan der ki, işte bu zayıf görünmektir.
Psikolojik açıdan ise benzer prensipler ordunun içinde de gözlemlenebilir. Üstler ve altlar arasında çatlaklar varsa, tatminsizlik ve hoşnutsuzluk birliklerin ruhunu ele geçirmişse bu boşluk; önderlik zeki ve yetenekli, birlikler arasında yön ve ortak irade varsa buna da doluluk denir. Az önce belirttiğimiz şekillerde toplumsal ve fiziksel olanın da kullanılmasıyla bu kesin bir zafer demektir. İçerideki doluluğu temin edip, düşmanda boşluk oluşturmanın yolu öfke ve tutkuları tahrik etmek ve aynı zamanda Sun Tzu’nun son bölümlerde değindiği gibi casuslar kullanmaktır. Esir düşmanlara iyi davranarak onları kendi tarafımıza çekmek gerektiğini söyleyen Sun Usta, casusların askeri bir stratejinin en önemli parçalarından biri olduğunu söyler ve bu konuda bahsettiği kategorilerin ustalığı okuyucularda hayranlık uyandırır. Bunlar, karşı bölge halkından olan yerli casus, karşı ülkenin resmi görevlilerinden olan dahili casus, aynı zamanda karşı tarafın casusu olan ve devşirilerek çift taraflı çalışması sağlanmış olan karşı casus, yanlış bilgi vermek üzere yollanan ölü casus, bilgi getirip götüren canlı casus. Hilenin anlaşılması her ne kadar zor olsa da bu Bhagavad Gita’da Krishna’nın düşmanları altetmek için hile kullanmasına benzer. Kusurlarımıza karşı onları tanıdığımız için hileler kullanırız. Bu sayede onları yenmek, akılsallığa hizmet eder. Sun Tzu, “anlayışsız ve bilgisiz olanlar, insancıl ve adil olmayanlar, casus kullanmazlar; kurnazlık yapmadan onlardan gerçeği öğrenemezler” der. Bunun yanı sıra Sun Usta casusların aynı zamanda düşmanın arasına bölücülük sokmak için de kullanılabileceğini aktarır. Liderleri cimriyse, cömert; sertse, yumuşak davranarak lider ve halkın birbirlerinden kuşku duyması sağlanacak ve aralarında bölücülük ortaya çıkacaktır.
Bunların ardından Sun Usta zaferi kesinleştirmenin beş yolunu sayar. Bunlar, ne zaman savaşılacağını, kaç birlik kullanılacağını bilenler, birlikler arasında uyum sağlayıp, hazırlıksızın karşısına hazırlıklı çıkanlar ve sivil önderler tarafından kısıtlanmayanlardır. Kendini ve karşısındakini tanıyan asla tehlikeye düşmezken, kendini tanıyıp karşıdakini bilmeyenin kazanma olasılığı yarıya iner. Ne kendini ne de karşısındakini tanımayanlar ise her muharebeyi yitireceklerdir.
Tüm bunlar da yeterli değildir ve zaferin anahtarı uyarlanabilirlik ve çözülmezliktir. Şekilsiz olmak, sır vermemek, yanlış yönlendirmek ve gizli olmak, öngörülebilir olmayı imkânsızlaştırır ve bunlar iyi bir savaşçının asıl ustalıkları olarak bilinirler. Bir ordu için asıl amaç şekilsizliğe ulaşmak ve aksi olarak düşmanı saflaşmaya zorlamaktır. Bu savunmadır, şaşırtmadır ve aynı zamanda enerjinin sakınımı ilkesidir. Düşmanı vurmak daha kolay, düşman tarafından silahın dürbününe alınmak daha zordur. Sürekli biçimden yoksun su gibi düşmana göre uyarlanarak zafere ulaşmak asıl ustalıktır. Konuyla ilgili olarak Sun Tzu meşhur beytinde şöyle söyler. “Hangi taktikleri kullandığımı herkes görebilir ama zafere hangi stratejiyle ulaştığımı kimse bilmez.”
Bu organizasyon kabiliyeti çok kritiktir. Bunun için Sun Tzu’nun iyi liderliği tanımlayan düşüncelerini burada özetlemek yerinde olacaktır. Düşmanın zayıf yönlerini tanımak için onu zaman zaman denemek gerektiğini söyleyen Sun Tzu, iyi liderler liyakati ödüllendirir ve bu olağanüstü anlarda kuralları bir yana bırakarak kural dışı ödüller dağıtıp talimatlar vermesi uygundur, der. Koca bir orduyu tek bir kişiyi yönetir gibi yönetmelidir ve zararlar yerine çıkarlardan söz etmenin ve yüreklendirmenin daha faydalı olacağını aktarır. Fakat stratejiler konusunda askerlerle dahi konuşmamak gerekir. Onlara sadece gerçek görevler verir çünkü komutanın görevi adil ve düzenli olmak kadar sakin ve gizli olmaktır da. Bu doğrultuda Osmanlı İmparatoru Yavuz Sultan Selim de sefere çıkacağı yer bilgisini gizli tutarmış. Birgün ısrarla sefere çıkılacak yeri soran vezirlerinden birisine şunu sorar : “Sır tutmayı bilir misin?”. Vezir “evet, bilirim” şeklinde cevaplayınca Sultan Selim şöyle der : “Pekâlâ, ben de bilirim.”
Aynı zamanda lider bilmelidir ki, düzen ya da düzensizlik örgütlenmeyle, cesaret ya da korkaklık ordunun dinamizmiyle, güçlülük ya da zayıflık ise birlik fikriyle, saflaşmayla ilgilidir ve her durumda iyi bir lider, ordunun kaderinin esas belirleyicisidir. “İnsanlar bir kez birleştiler mi, cesurlar tek başlarına ilerleyemez; korkaklar ise tek başlarına geri çekilemezler.”
Geriye kalan ordunun gücünden yararlanmayı bilmektir. Bunun için bireysel güç ve yeteneklerdense bütünün dinamizminden faydalanmak gerekir. Öncül olarak daha önce bahsettiğimiz yol ilkesi ve ona eşlik edecek askeri önderliğe gereksinim vardır. Birliğin morali ölümcül bir konudur. İçerideki dinamizm adeta gerilmiş bir mancınığa benzer. Önderin diğer işi orduyu bu hale getirdikten sonra doğru zamanda tetiğe dokunmaktır. Çünkü usta, bir önder için dört ustalık şeklinden bahseder. Enerji üzerinde, kuvvet üzerinde, uyarlanabilirlik üzerinde ve yürek üzerinde… Önderle birliği arasındaki bu uyumun elde edilmesi için karşılıklı anlayış ve ilişkililik şarttır. O sebeple askerleri harekata sevk etmeden önce eğitmek gerekir. Önder, askerlerini kültürel sanatlar yoluyla yönlendirir ve savaş sanatları yoluyla birleştirir. Ayrıca uyumun elde edilmesinin alternatif fiziksel yolları olarak savaş esnasında bazı iletişim araçlarını kullanmaktan bahsedilebilir. Flamalar, bayraklar, davullar, komutların anlaşılırlılığını ve reaksiyon zamanını iyileştirecektir.
Evrendeki zıtlıkların, yin ve yang’ın ya da boşluk-doluluk ilkelerinin gereği olarak zıtların birbirlerine dönüşmesi tehlikesine karşı Sun Tzu uyarır : Evine dönen orduyu durdurma, kuşatılmış orduya daima bir çıkış kapısı bırak, umutsuz durumdaki düşmanı sıkıştırma. I Ching’de şöyle denir; “eğer fazlasıyla hoşgörüsüzsen, haklı dahi olsan, eyleminin başarı şansı yoktur”. Çünkü böyle bir edim, varlıkların doğasındaki direncin dinamizmini ortaya çıkarır ve bu karşı konulması zor bir güçtür.
Gelelim, Sun Tzu’nun saydığı tehlikelere. Fiziksel kudret, akılsal uygunluk olmadan hiçbir işe yaramaz çünkü bugün ustanın, spor müsabakalarında da kullanılan deyiminde söylendiği gibi “zafer, yapılır”. Fazlasıyla ölüme gönüllü olmak, yaşama bağlı olmak, çabuk öfkelenmek, bağnaz ve duygusal olmak… İşte Sun Tzu’nun saydığı tehlikeler. Bunlar kurnaz düşmanın kullanacağı zaaflardır.
Peki eğer karşımızda en az bizim kadar güçlü önderliğe sahip, kalabalık, hızlı ve yetenekli bir ordu varsa ne yapabiliriz? Doğal olarak yenilmez olsak da düşmanın zayıf olması düşmanın kendisiyle ilgilidir. Sun Tzu bu soruya şu karşılığı verir. Kusurlarından ya da ataletlerinden faydalanmayı bilmeliyiz. Bizim istediğimiz gibi davranmalarını istiyorsak bunun için onlar açısından önemli bir yeri işgal etmeli ve daha sonra da erzak yollarını kesmeliyiz. Ana şart, hızlı olmak, kusurlardan faydalanmak, ummadıkları yönlerden gitmek ve korumadıkları yerlere saldırmaktır.
Eser, tüm bunların yanı sıra pek çok spesifik duruma açıklama getiriyor. Arazi tanımlarından, anlaşma koşullarına, elçinin psikolojik tahlilinden, kehanet kullanımına kadar pek çok konuda açıklamalar görebiliriz.
Biz ise, Sun Tzu’nun çatışmanın son kısmıyla ilgili yorumlarıyla bitireceğiz. Her ne kadar savaşta zafer iyidir deseler de öyle değildir, der Sun Usta. Kılıçla zafer kazanmak ustalık değildir. Zaferlerin içinde en az önem taşıyanı kentleri kuşatmak ve düşman ulusa zarar vermektir. Bu zaferi küçültmüş olur. Düşmanı yok eden, topraklarına el koyan, kalelerini yerle bir eden kuvvetle yenmiş olur. Bu ise Tao usulü yenmekten çok farklıdır. Düşmanını iyice tanıyan, şaşırtan ve işe yaramaz hale getiren ise Tao usulünde yenmiş olur. İster ulus olsun isterse de bir tümen, en ideal olan zafer, büyük küçük hiçbirine zarar gelmeden olmalıdır.
Savaş, hızlı olmalıdır çünkü savaşın gereksiz uzaması hiçbir ulusa yaramaz. Güç körelir, keskinlik aşınır ve kaybedileceği zaman inat etmek işe yaramaz. Önemli olan zafer iken, inat etmek nesnellikten uzaktır.
Savaş Sanatı’nın onikinci bölümü birkaç açıdan savaşların en acımasız taraflarının betimlendiği bölümdür ve bu sebeple yine aynı bölümde “silahların uğursuz olduğu” doğrultusunda pek çok barışçıl çağrıyla da karşılaşıyoruz. Bunlar, savaşın kışkırtılması, kampların ve malzemelerin ateşe verilmesiyle ilgilidir.
“Hükümet galeyana gelip orduları seferber etmemelidir, askeri liderler öfkeye kapılıp savaşa yol açmamalıdırlar. Kızgınlık sevince, öfke neşeye dönüşebilir fakat yıkılmış bir ulus var edilemez ve ölüler yaşama döndürülemez. Aydın bir hükümet bu konuda dikkatli, iyi bir askeri lider ise tedbirlidir. ”
Başka hiçbir seçenek kalmadığında silahları ve orduyu kullanmak gerekir. Zaferle birlikte, onurunda korunması gerekir ve tekrar hatırlarsak savaşçı savaşmak zorunda kalırsa hırssız ve tutkudan uzak bir tavır sergiler ve zaferi kutlamaz. Daima onuruyla mücadele eder ve hiçbir an öfkeyle ya da nefretle hareket etmez. Daima nesnelliği ve açık zihnini muhafaza eder. Baskıyı ya da acıyı ortadan kaldırmak için adalet duygusuyla hareket eder, önderlik eder. Bu nedenle kadim zamanların idealleşmiş önderlerinin silahlı eylemleri daima düzeltici cezalar ve adalet seferleri olarak adlandırılır. Oysa bugün insancıllık ve adalet arasında tesis olan bir araç değildir savaş. Bu sebeple barış da anlaşılmaz olmuştur. Silahlar taciz, ordular gösteriş aracı olmuş, büyük güç odakları açgözlülüklerinden yeni savaşlar icat eder olmuşlardır. Uygar insanların ancak kaçınılmaz durumlarda başvurdukları askeri eylem, ustaların belirttiği gibi sapkın bir iştir. Bu sebeple daima bir savaşçının en önemli niteliği ahlaki durumudur. O ilk ve en önemli savunma tekniğidir ve saldırılamazlık zırhıdır. Bu klasik değerlerin hakim olduğu çağlarda ki savaş anlayışıdır ve bu, klasik değerle yetişmiş savaşçıların kendilerini var etme ve zayıfları koruma ruhunun bir yansımasıdır. Delia Steinberg Guzman’ın da derin bir üslupla belirttiği gibi;

“Bu, cesaretin ve adaletin yasasıdır. Kontrolünü kaybetmeden savaşın içine girmek. Kendini savunmak yerine, adaleti savunmak gerektiği için savaşmak.

Kaynakça

1. Savaş Sanatı – Sun Tzu – Anahtar Kitaplar
2. Savaş Sanatında Ustalaşmak – Thomas Cleary – Anahtar Kitaplar
3. Tao Te Ching – Lao Tze – Yol Yayınları
4. I Ching – Biblos Yayınları
5. Savaş Karşısında Felsefi Tavır Alış – Hülya İşler – Kaygı Dergisi
6. Sun Tzu Savaş Sanatına Göre Marka Pazar Stratejilerinin Belirlenmesi – Güzin Ilıcak ve Ruken Özgül – İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları
7. Değişim ve Liderlik Üzerine Özlü Sözler – Prof.Dr. Coşkun Can Aktan